4 Ekim 2012 Perşembe

Miray'ın Hikayesi


sonunda 9 ay bitti..hamilelik bitince bebek doğunca hersey cok güzel olcak tüm kötülükler bitecek masalı sona erdi....sonunda kızımız almira doğdu..evde 2 kişiydik 3 olduk..
ama o da ne onunla ilğili  kurdugum tüm güzel düşler suya düştü sanki..sezeryanla dogum yaptım 2gün hastanede yattım.hastane de ilği alaka süperdi..
2 gün bitti eve geldik..ben eşim bebek..eşimin annesi 2 ablası babası... ve benim annem..aman naz yapıyo demesınler dıye hıç yatmadım.kapıdan içeri girer girmez banyodaki kirli sepetinin dolu oldugunu kımse görmesın dıye hemen çamasır makınesını çalıştırdım...
vee bebek bakımı başladı her kafadan bir ses...bebek doymuyomu? sütün yetmiyomu? süt geliyor dimi? altını temizleyelim...gazını çıkaralım...tek gözünü neden açmıyor? sesleri duymuyor mu? ayy kafasını tut...2.memeden de süt ver..bizim bir tanıdığın tek gögsünden süt gelmedi bak.....eee sus sus sus nereye kadar...aman üzülmesinler aman kırılmasnlar...yabancı değiller sonuçta iyilik için söylüyorlar.....
akşam oldu biz bize kaldık sadece benım annem sehır dışından geldıgı ıçın bizde kalıyordu....bebek uyudu odamıza çekildik...tam eşime sarılıp ohhhhh diycemm..bir mızıklama,sanki bizi duydu...ve uykusuz geceler...2-4 nöbetleri başladı...
eşimin doğum izni bitti işe başladı..günler hep aynı..bizki alışmısız nerde akşam orda sabah..barlar sokağında gezmeler yemeler içmeler arkadaş ziyaretleri...gezmeler alışverişler...hepsi bitti...püfffffff.....tek başına wc ye bile gidemeyen biri oldum...aaa annesi nerde? annemiz nereye gitmiş...çık annesi çık wc den çabuk çık kızın seni istiyor....kokusunu tanıyor....bak bizde durmuyo tabi annesini istiyorrr.....
baktım etrafta zavallı eşimden başka beni düşünen kalmamış....kola içme bebeğe gaz olur...acılı yeme sütünden bebege gecer...temmuz orasında ev 30 derece yanarken ben boncuk boncuk terlerken cam açma,sen terleye bilirsin ne yapalım bebek üşür nidaları.......
ilk on gün geçer 85 kilo olan ağırlıgım 75 e düşer ama o da ne o göbek aynen yerinde sabit...hala hamile tişörtlerimi giymeye devam..pantolonlar hala kocaman....eskiye dönme konusunda bir gelişme yok sayılır....hemen alışveriş merkezine gidilir en sıkısından korse alınır...onun acısına da katlanılır yeterki insanlar ''bebek hala çıkmamaış gibi..içinde 1 tane daha var galiba unuttular mı?:) ''cümlesini kurmaktan vazgeçşinler.....
yeni anne halime alışmaya çalışıyorum ama yokkk..henüz 1 yıllık evliyim..10 temmuz yıldönümümüzdü ve bebek 13 günlüktü.....özenerek aldıgım iç çamaşırlarının hiç biri olmaz..günlük kıyafetlerimin içine bu beden hala sığmaz..bunlar yetmezmiş gibi gögüslerim sanki hergün büyümeye devam ediyor ve kızım vakum gibi emmeye devam ettikçe gögüs uçlarımdaki acı dayanılmaz oluyor..yara oldular resmen..
dogumdan önce hamileyken bile hala güzel oldugumu söyleyen sevgili kocacım artık yüzüme bakmaz oldu...yanında es kaza soyunup giyinsem neredeyse kafasını çevirecek..eskiden başka gözlerle baktıgı gögüslerime şimdi sadece süt makinası olarak bakıyor....hatta emzirirken üstüme başıma akan,gögüs pedlerinden bile taşan,pasaklılığın son noktasını bana yaşatan süte ne demeli...günde en az 3 kez üst baş değiştirmeme ragmen aynadaki  halimden hala memnun olamıyorum....
ben tüm bu yeniliklere alışmaya çalışırken,uykusuzlukla mutsuzlukla ve şaşkınlıkla baş etmeye çalışırken hayırlı olsuna gelen misafirler var birde...saygıda kusur etmemek gerekir ...asla surat asamazsın...mazallah 7 cihana rezil ederler..evine gittikte bize surat astı..sanki ilk doğuran o...bizde lohusa olduk canım der, sıyrılırlar işin içinden..
ve ağlama krizleri de gelip çatar....zaten mutsuz oldugum ve kendimi begenmediğim için ve yıldönümümüzde gelip çattığı için eşime güzel görüneyim benden soğumasın hala eskisi gibi olğumu göztereyim kendimi bırakmadığımı ıspatlıyım azcıkta mutlu oluyum iyi gelir diye 13 günlük bebeğim ve annemle sabahın 9unda kuaförümden randevu alıp gittim...
kızıl ve yaklaşık belime kadar uzanan saçlarımı 9 ay boyunca bebeğe zarar verir diye boyatamadıgım için boyası gelmıişti...ayrıca hamileyken saç kestirilmez diyen kayınvalidem ve görümcelerim üzülmesin diye çalı süpürgesi gibi olan saçlarımdan kurtulmak istemiştim..saçlarımı boyattım ve victoria beckham modeli arkası kısa önü uzun küt kestirdim..ama ben mutlu olmayı hak edemedim galiba..çikolata kahve istediğim saçlarım sonbaharda sararan yaprak rengi olmuştu ayrıca uclarında kızıllar kaldı diye kuaför 2.kez kısalttı...ve sonuç hüsrannn...ama yine de belli etmedim..eve geldim makyajda yaptım...
ama akşam eşim geldi...aaa saçların ne değişik olmuş...neden yaptırdınki eski hali daha güzeldi...bence birdaha böyle kestirme dedi....ağlamamak için tuttum kendimi ...yoooo ben cok begendım triplerine girdim..bebeği emzirdim altını değiştirdim fönlü saçlarım ve full makyaj suratımla...ve tam akşam acaba bebek 2 saat uyurda anneme bırakıp dışarı çıkarmıyız hayalleri kurarken,eşimin fabrikadaki arkadaşlarıyla 10-11 halı saha maçına gideceğini öğrendim....!!!!!
işte bir doğum,bir lohusalık,bir deforme olmuş vucut,bir yıl dönümü...
aslında bu da önmli değil ben zaten dışarı çıkamazdım o akşam ya bebek uyumazdı, ya anneler dışarı çıkılmaz küçüçük bebegınız var derdi,ben gidemiyorum bari eşim arkadaslarıyla  iyi vakit geçirip mutlu olsun dedim....
bebek dogdugundan beri kendimi iyi hissetmediğimi eşimle paylaştım..doğumdan sonra hep oluyormuş lohusalık deniliyormuş dedi...iş yerindeki arkadasının eşide yeni dogum yapmıştı...araştırmış bizimki..sebepsiz ağlıyorum zannetti eşim ilk başlarda ben de öyle dedim neden ağladıgımı bilmiyorum dedim..ama aslında cok ıyı bılıyordum..artık 3 kişiydik..daha 2 kişi olmanın tadını çıkaramadan 3 aylık evliyken 3 kişi olmaya alışmaya çalışmaya başlamıştık...
artık gece gezmeleri yoktu...geceyi bırakın gündüz markete bile yanlız gitmek olanaksızdı..arkadaş ziyaretleri...içkili mezeli kutlamalar..eğlenceler..discolar cluplar yada canlı müzikler de ....canımız sıkıldıgında çıkıp elele gezmek...akşam sessizce film izleyip ruffles yemek....balkonda cay sigara keyfi de fazlaydı bize....biz artık anne baba olmuştuk..
hele ben anne olmuştum..o bebeğin mesuliyeti bana aitti..ben süt vermeli,ona iyi bakmalı,altını yapar yapmaz değiştirmeli,üşütmemeli,gece kalktıgında hissetmeli ağlamalarını hemen duymak zorundaydım..artık genç kız gibi davranmak yoktu...yeni evli sıfatımız da kaybolmuştu..yani herkesin gözünde sıradanlaşmıştık...
artık anne olmuştum..kendimden çok bebeği düşünmeliydim....çok istesem bile sevdiğim bir yiyecek gaz yapıyorsa yememeliydim...mutlu da olsam efkarda bassa emziriyorum diye sigara da içmek yasaktı...alkol zaten lugattan silinmişti...artık ne seksi bir kadındım...ne güzel bir eştim...ne sevimli deli dolu bir kişiydim..ne hoş sohbet bir arkadaştım....artık sadece anneydim...
herkes bana anne gözüyle bakacaktı bundan sonra....en çok ta eşim...eski giydiklerimi,eski makjayımı,eski sevdiklerimi  artık sevmeyecekti belki...nede olsa artık çoluk çocuk sahibiydim...çalışmakta1yoktu uzun bir süre en az 1-2 yıl....bebeğin bana ihtiyacı vardı..el kadar cocugu kıme bırakacaktım....ona en iyi ben bakacaktım çünkü ben anneydim artık..
bugün bebeğin  25.günü... sevgili eşiminde doğum günü...
ben bebeğin günlük bakımlarını yerine getirdim..az önce uyudu ve bu satırları yazmama imkan tanıdı..birazdan yemek yapıcam...kuruyan çamaşırları toplıycam..akşama arkadaşları davet ettim eşim sevinsin diye....sanki hayatımızda değişiklik yokmuş gibi...eskisi gibi ona dogum günü süprizi yapıyım diye....ben yemek yapana kadar bebek uyanır....yine altını değiştirirmm,emziririm ,gazını çıkarmak için türlü şebeklikler yaparım...sonuçta ben anneyim..ee artık misafirler gelmeden vaktim olursa,bebek izin verirse, ağlamadan eşimin kucagında durmayı kabul ederse 5 dakikada duş alırım....biraz süt biraz kaka birazda ter kokusundan kurtulurum belki....belki eskisi gibi parfüm kokarım....
ama ben anneyim..anca anne gibi kokarım:)

Cemre'nin Hikayesi

İsteyerek ve planlayarak hamile kaldım. Eşimin iş dolayısıyla şehir değiştireceği vakit yaklaşırken çocuğumuz olsun istedik, iki yıl sonra döndüğünde ilk çocuk için geç olacağını düşündük. Hemen hemen sorunsuz bir hamilelik dönemi geçirdim. İş yerimdeki gerginlikler hariç gayet huzurlu ve mutluydum. Doğuma üç hafta kalana kadar hiç zorlanmadan çalıştım. İzne çıktıktan sonra annem ve kayınvalidem geldi bana yardım etmeye. Aslında yardıma ihtiyacım yok diyordum ama kimse beni dinlemiyordu. İşin aslı şu ki ben yalnız kalmak istiyordum. Hele kayınvalidemin gelmesini hiç anlayamadım. Ama şimdi bakıyorum da kız çocuk onyıllardır istediği bir şeymiş, herhalde kız torununa karın içinde de olsa iyi bakıldığından emin olmak için bana katlandı haftalarca. 
Bir de daha bebek gelmeden, isim krizi yaşattı bana. Bebeğe eşimin babaannesinin ismini koymak istediğimizi duyunca bizlere küstü, yüzümüze bakmadı, bizlerle konuşmadı. O zamanlar çok sinirlenmiştim, şimdi ise ciddiye bile almamam gerekirmiş diye düşünüyorum.
İki annenin yanımda olması biraz da doğum stresini artırdı sanırım. Akrabalar sürekli arıyor ve doğum hala olmadı mı diye soruyorlardı. Hele bir de beklenen tarihi geçince geceleri tatsız rüyalar görmeye başladım.
Hep normal doğum istedim, ve 40 artı 6 gün olana kadar da bekledim. Doktorum daha fazla beklemek istemediğini, bebeğin ilk kakasını karın içinde yapmasından çekindiğini, ve risk almayacağını söyledi. Bir Pazartesi günü hastaneye yattım. Yaklaşık 10 saat boyunca suni sancı verdiler, ama kızım gelemedi. Meğerse göbek kordonu iki kez karnına dolanmış, bu yüzden de doğum kanalına inememiş.
Sezaryen için acilen operasyon odasına alındım. Eşimin doğuma girmesini planlamıştık, ama beni doğumların yapıldığı ameliyat odasına değil de diğer tüm ameliyatların yapıldığı odalardan birine aldılar, sanırım mesai saati geçtiği için, ve eşimin girmesine izin vermediler. Ben bunu sedyeyle götürülürken öğrendim. O an kelimenin tam anlamıyla yıkıldım. Tüm ameliyat ekibinde bir ivedilik vardı, ve kimse benimle ilgilenmiyordu. Sorular soruyordum, kimse cevap vermiyordu. Hayatımın buluşmasını yaşayacaktım ama her şey korku filmi gibiydi. Sezaryen işleminde annenin kollarının iki yandan yattığı yere bantlandığını kimse söylememişti bana. Kendimi kurbanlık koyun gibi hissettim, her şeyin bir an önce olup bitmesini istiyordum sadece. Doktorum geldi, ve kısa birkaç cümleden sonra bebeği almak için ameliyata başladıklar. Yaklaşık 10 dakikada bebeği çıkardılar; kızımın yalnızca yanağına dokunabildim. O da iki saniye kadar. O anlarda çok yoğun hisler içindeydim, ama benim işlemlerim henüz bitmemişti. Yarım saat kadar benimle uğraştılar, belime bıçak saplanıyordu sanki; bana bir panik hali geldi o anda. Kimse beni sakinleştirmeye çalışmadı, bunun yerine yatıştırıcı dayamayı uygun gördüler. Bu lanet karar yüzünden odama çıktığımda bebeğimi olması gerektiği gibi sevip okşayamadım. Kafam uyuşmuş gibiydi; 150 kişinin olduğu odamda herkes bebeği seviyor, yüzlerinden mutluluk ifadeleri okunuyordu. Ama ben içki içmiş gibi sarhoştum; hiçbir şey anlamıyor ve hissetmiyordum. Bebekle en yoğun bağ kurmam gereken bu anları elimden kaçırmıştım işte.
Loğusa hali hastaneden eve dönünce başladı. Bebeği çok kıskanıyordum, ve herkesin ona dokunmasından rahatsızlık duyuyordum. Hele de eşimin tarafının. Kayınvalidem mesela bebeği görünce herkesi unuttu; iki ay sonra doğuya gidecek kendi oğlunu bile. Bebeğin ilk zamanlarında böyle şeyler olur diyebilirsiniz. Ben de size şunu söylerim o zaman; oğlunun doğuya gitmesine 10 gün var; ve tayinin çıktığı şehrin adını unuttu. 
Bebeğin ilk günlerinde özellikle eşimin tarafı bana üvey anne muamelesi yaptı; ve bebeği sanki oğulları doğurmuş gibi davrandılar. Ziyarete geldikleri gün-bebeğin doğduktan sonraki beşinci günü-bebeği emzirmek dışında bana vermediler bile.
Bebeğin gece uyanmalarına çabuk alıştım sayılır. Çok şikayetçi olmadım çünkü bebeği gündüz istediğim gibi sevip okşama fırsatım olmuyordu, yanımda iki tecrübeli anne vardı ve bana pek fırsat bırakmıyorlardı. Sezaryen olup, normal doğumun mucizesini yaşamaktan mahrum kalmam ve ilk zamanlar bebeğimle gerçekten yalnız kalma ve bağ kurma fırsatını kaçırmam yüzünden bebeğimle aramda bir boşluk var gibi hissediyorum. Babasının kollarında bazen daha rahat ediyor; ya da başkası onu benden daha iyi uyutuyor. O batılı filmlerde örneğini gördüğümüz sürekli çekişen bir türlü anlaşamayan anne kız gibi olacağız diye korkuyorum. 40 gün çoktan bitti, ama loğusa hali sanırım daha uzun süren bir şey. Ya beni herkesten çok sevmezse diye endişeleniyorum.
Acaba normal doğum yapsaydım başka şeyler hisseder miydim merak ediyorum. İnternette normal doğum hikayelerini okuyor onları yaşayanlara özeniyorum. 
Doğumun üzerinden 52 gün geçti; şanslıyım ki sorunsuz bir bebek. Gece boyunca iki üç kez uyanıyor, ve ilk bir ay hariç uykuya geçmesi artık çok kolay oldu. Çalışmayı henüz özlemiyorum; bebeğimle olabildiğince çok vakit geçirmek istiyorum. Eşim iki yıl yanımda olmayacak, belki daha da uzun bir süre. Önceleri çekirdek aile olacağımız zamanı hayal ederdim, şimdi de sadece ve iki yıl boyunca hayal etmek durumundayım. 
Tüm annelere ve anne adaylarına sorunsuz hamilelik dönemleri ve doğum hikayeleri diliyorum. Başkalarının güzel hikayeleriyle avunuyor insan ne de olsa:)

3 Temmuz 2012 Salı

Nihan'ın Hikayesi

Ne acayip bir kelime Lohusa, lizöz diye birsey de vardi. Gencken(!) annem dantelli birsey gosterdiginde “o ne be lizoz gibi” der, niyeyse kendimce lohusa kadinlari  asagilardim.
Bir de o tarcinli lohusa serbetinden de hoslanmamisimdir oldum olası. Benim bence travmatik bir lohusa ziyaretim olmus kucukken . Kesin.

30 ay once dogum yaptım. Evden iki kisi cikip, uc kisi donmek hayli sarsici oldu. Bu ne bea? Ben ekmek almaya bile gidemeyecek miyim, alisverise cikamayacak miyim , sunu yapamayacak miyim bunu edemeyecek miyim seklinde tamamen ben odakli endiselerim ilk gunlerin en dertli soruları oldu.  O yuzden her gece emzirmeye kalktigimda surekli ertesi gun nereye gideyim planları yaptım, masallah lohusaligimda normalde gezdigimin iki kati gezdim. Bebek 15 gunlukken kemeraltina gidilir mi yaw? Ne isim var ayrica orada, ne alicam yani bu kadar ihtirasli?

Vucudum Allah muhafaza, jole kivamindaki göbek dedigimiz tek disi kalmis canavar bıngıl bıngıl. Popom buyumus, yuzum sis.. Hani dogumla beraber 6 kilo firt diye giderdi, YALANCILAAAAAAAAAAR.. Sozde bi de az kilo almistim.. Insanliktan cikmisim, amaaa gene de “hersey yolunda, sakiiiin” mottosuyla, her sabah makyaj yapıyorum, cami yıkıldı ama mihrap yerinde misali. Süs püs.

İste o gunlerde sulanmis beynimden gecenler;
Kocam da ya aldatıyor mu beni ne, beni begenmiyor galiba artik, baksana televizyondaki butun kadinlara bakıyor, eyvah anne oldum, eyvah kadin oldum, ince corap giyip, sacimi saricam, memelerimi cama yaslayıp bakkala sepet sarkiticam. Yok yok kocam beni kesin aldatıyor, sirkete bi gidiyim, beni bir gorsunler su yılan derisi topukluları giyeyim aaa bak kadin yeni dogum yaptı valla fistik gibi desinler… Ocaktaki seyahatine ben de gideyim, oglan ne olacak, aman o da gelir iste.  Bu Berrak Tuzunatac da nerden cikti, etraf guzel ve kucuk kizla doldu aniden anasini satayım. Benim dogurmami bekliyorlardi. Herkes guzel, herkes ince, hepsi kendi kendine geziyor, hepsinin saclari uzun, ooh sarap da iciyor, sigara da patlatıyor. Benim hayatım durdu, onlar hareket halinde ben durdum,  ustelik kesin kocam aldatiyor beni.  Ne zaman kilo vericem ben ya? Indirim de basladi.

Aa evet oglum var benim bir de, gece uyumayan, goguslerimin uclarini yara yapan bir canli.. Uykuuu biraz uyku butun istegim buydu, kocam cok gergin, surekli kopegimizi azarliyor,kopegimiz oglumuza sulanıyor, bi degisik haller,  ben sureki tuvalette agliyorum. Sabahları kalkıyorum annemin depresyon ilacina baslayayım diyorum sonra geciyor, halay cekicek kıvama geliyorum.

Sut az geliyor, cocuk az kilo aliyor, onu ye bunu ic,  degisik kavramlar piyasaya cikiyor, humana mesela, humana still tea,bilmeyenlohusa yoktur. Hastane cikisi eczeneye ugrarsın, eczacı amca hemen o ince torbaya ekleyiverir, “sut yapar bu, icsin anne” diye. Gogus pedi mesela, kalkan, hacli seferleri . Meme ucu aplikatoru, zaten emzirmeyi bilmiyorsun bi de o plastik seyi memeye tutturmaya calis, tutturama, yere dusur tekrar sterilize et , ugras dur iste, isin ne annesin sen. Emzirme yastigi -Allah icin bu benim hayatimi kurtarmisti-, sut pompası, ta taaam iste damizlik inek modeli o zamana kadar sana  hayranlıkla bakan kocanin gozlerinin dehsetle bakmaya basladigi an. Sıfır seksapel..

Ulen insan biraz da cocuk bakım kitabı okunur hamileligin son aylarinda, 9 ay boyunca “hamileyken seni neler bekler” okunur mu? Neler bekledigini okudun, dogumdan sonra neler bekleyecek biliyo musun asil terane o zaman.. Bi tanidigimiz vardi dogulu bi kadin “du bakalim senin başşına daa neler gelecek derdi , al iste  o hesap.

Hep soylerim ben cocugu dogurana kadar enfes bakarim.. Sonrasi sıkıntı..  Sonrasi evet abandik tabii internete yarı gozum uykuda yarım gozum ekranda. Gugıla ne aratirsan karsina hemen  kadinlar klubu diye enteresan bir paylasim grubu cikar, herkesin cok asiri samimi oldugu bu grupta pek takilmaz, dogru oldugunu sandigin bilgiyi okuyana kadar gozlerini ekrana dikersin. Bilgiyi bulursun sonra hadi babam uygulamaya calisirsin, sonra her genc lohusanın  Tracy Hogg teyzesi cikar karsina. Dogum yapan kadinin kutsal kitabi.. O kadin yuzunden oglumu boguyordum ben. Ramak kalmisti. Yatır kaldır yatır kaldir hiyaaaayt seklinde.

Sen bunlarla ugrasirken bir de toplumla ugrasmak zorunda kalirsin. Cunku her hamile ve cocuklu kadin  kamu malidir Turkiye de. Herkes bu konuda cok iyi niyetli ve cok mudahildir. Sana hersey soylenebilir. Cunku sen bilmezsin onlar bilir , “aman canim iyi niyetle soyluyorlar ne bozuluyorsun aaa”? Hic unutmam aylardan Mayıs, ben yine gezmedeyim Alsancakta. Bir tane adam karsidan geldi hic hizini kesmeden tukurur gibi o cocuga hırka giydir dedi ve bizi geride birakti, yani durmadi bu konusma icin, gecerken soyledi. O kadar otomatige baglamis yani. 

Neyse bu yeni canlinin getirdigi tarifi imkansiz yeniliklere,  hallere ve durum komedisine alismakla gecer ilk sene. Sonra rahatlarsın..
Simdi okudum da yazdıklarimi pek nuktedan yazmisim halbuki yasarken oldukca bet, sinirli, umutsuz, sikintili gunlerdi… Hic de oyle komik falan degildi.  Her lohusaya ictenlikle kolaylık diliyorum..
Lohusadaslarimi kucakliyorum sinirle J

Nihan
Omer Selim (30 ay)
Ayse Lal (4 ay)

28 Eylül 2011 Çarşamba

Aysun'un Hikayesi

Hemen hemen bütün paylaşılanları okudum, ve hemen yazmak istedim, bizim hikayemizi, hemen paylaşmak istedim...

Çocuk sevgisi gelişmemiş, hayatına kendine bağımlı bir canlının sorumluluğunu yerleştiremeyen biriyken, çocuk sahibi olmak istemiyorken, eşim çok istediği için, daha fazla erteleyemediğim için hamileydim. Kafam çok karışıktı, istediğim gibi bir iş bulamıştım, evlendikten sonra yerleştiğimiz yere alışamamıştım. Görüşmekten zevk aldığım kimse, arkadaşım yoktu, iletişim becerisi çok parlak olmayan biri olarak ta daha çok kapatmıştım kendimi. Sonra babam hastalandı, kanser çok çabuk yayıldı, 6 ay içinde kaybettik. ilk aylarımda kemoterapi alan babamla birlikte sürekli kusup son aylarda da ani gelişen bu durumun şaşkınlığı ve mutsuzluğu içinde bebek beklediğimi neredeyse unutup, hazırlık yapmayı bile  düşünemez durumdaydım..

Sonra Duru geldi, Annem, kız kardeşimle birlikte evimize geldik, Duruyu hiç kucağımızdan indirmeden, sürekli öperek, sabah biz akşam babası el üstünde gezdirerek ilk ayımızı geçirdik. Hepimize iyi geldi, tamamen başka bir insana dönüşmüş olan annem, normale döndü, hamilelikten nefret etmiş olan ben, hızla kilo verdim, sorunsuz emdi Duru, bebeği sevemeyeceğim korkuları, ilk görüşte aşık olmamla zaten bitmişti, güzel atlattım ilk lohusalık dönemini.

Sonra herkes evine döndü, Duruşla başbaşa kaldık, feci kucağa alışmıştı - ki bu durum yürüyene kadar da sürdü zaten- yatırdığım anda ağlıyordu, salondaki sehpanın çevresini kucağımda bebekle tavaf ediyorduk bütün gün, üstelik taşırken ritmik hareketlerle sallamammı istiyordu. Bu durum ilerleyen aylarda bilek kemiklerimde ciddi problemlere yol açtı. Yanlız evde olmak, 10 dk. duşa bile girememek çok bunaltıcıydı. Kızgınlıklarımı, çalışma saatleri uzun olan eşime yansıtmama neden oluyordu bu durum, zaten çatacak başka kimse de yoktu çevremde...Hem kendim bakmak istiyordum, en azından üç yaşına kadar, hem yine çalışmak istiyordum, kendi hayatıma tekrar sahip olabilmek için, hem mükemmel anneliğe oynuyordum, ne kadar anlamsız olduğunu farkedemeden. Üstelik Duru uyuduğunda sessiz ev beni rahatsız ediyor, babam aklıma geliyor, anlamsız ağlama nöbetlerine giriyordum, belki atlatamadığım, üstünü arttüğüm bir durumdu, babamın kaybı, henüz yeterli zaman geçmemişti sindirmek için...

Üç sene hem çok güzeldi kızımla, alışkanlıklarını şekillendirmek, onu geliştirmek, uyku- yeme -oyun düzeni içinde huzurlu ortamını sağlamak için bir nimetti, akşamları 9 dan saonra evde olabilen arkadaşlarımı, bakıcıyla büyüyen çocuklarını gördükçe, hemde özeniyordum, iş konusu canımı yakıyordu. Sonra Duruş kreşe başladı, bende çalışmaya, yumuşak bir geçiş oldu, beklediğim bana çok bağlı olan kızımın tepkili olmasıydı ama, güzel bir geçiş yaptık, okulu sevdi, belki o da sıkılmıştı yanlız olmaktan, arkadaş arıyordu... Bir senedir devam ediyor kreşe ama biz kardeşi olmasını istedik ve ikinciyi bekliyoruz artık. 

Kendimi rahat hissediyorum, başıma gelecekleri biliyorum, kendimi korumak için, bir yol çizdim şimdiden, yanlız kalmamak, ihtiyaç duyduğumda yardım alabilmek ve aynı karanlık döneme girmemek için. Yine kendim bakmak istiyorum ve sonra yine çalışmak istiyorum. Kendim için önce kilolardan kurtulmak sonra düzenimi oturtmak istiyorum, umarım umduğum gibi gelir bize, herkese, gelecek günler, sağlıkla, mutlulukla...


 http://durugunlerimiz.blogspot.com/

Aysun Ercan Karakaş
 

23 Şubat 2011 Çarşamba

Didem'in Hikayesi

Yazmak istedim. İçimdekileri birileriyle paylaşırsam sanki yüküm hafifler gibi geldi. Oysa başlarda kararsızdım yaşadıklarımı anlatmaya. Ama dün... 3 yaşındaki oğlum eski zamanlardan kalmış gülen yüzlü bir fotoğrafıma bakıp “anne burada gülüyor” deyip bana döndü ve “ yine gülsene anne” dedi. Yüzüme tokat gibi çarptı. Oğlum benim gülen yüzüme neredeyse hiç şahitlik etmemişti. Çünkü benimkisi 40 günlük değil 40 aylık bir loğusa hikayesiydi. O al cinler, kara cinler asıldıkları eteklerimi hiç bırakmadıklar neredeyse 40 aydır.

Benim depresyonumun temelleri taa geçmişe, evlilik öncesine dayanıyor belki. Zor bir ailede büyüdüm ve artık bu zorluklara katlanamayacağımı anladığımda sevgilimle evlenme kararı aldım. Daha 24 yaşımdaydım. Ailem bu evliliğe hep karşı çıktı ve beni ortalıkta yapayalnız bıraktı. Evlendim; daha zor, daha müdahaleci bir ailenin içine girdim. Ama böyle hayal etmemiştim ki, kapımı kapatacak kocamla mutlu olacaktım. Bunun böyle olmayacağını evlendiğim gecenin sabahı, gelin olduğum sabah anladım. Kocamın teyzesi takılan altınlarla ilgili ortalığı karıştırmış ve bize ilk gecemizin sabahını rezil etmişti. Kaçıp kurtulmak istedim. Yapamadım. Yalnızdım. Bana kollarını açacak bir ailem bile yoktu.

Evliliğimizin üstünden yaklaşık 2 sene geçmişti. Hem ekonomik sıkıntılar çekiyor hem de her iki tarafın baskılarına, horlamalarına maruz kalıyorduk. Eşimin de girmesi gereken sınavı nedeniyle gecesi gündüzü belli olmadığı için bir başıma yaşıyordum. İşte o zamanlar düştü bebek fikri aklıma. Bana can yoldaşı olacak, gözlerimin içine bakarken içimi eritecek bir bebek. Nasıl bir hata!!!

1-2 ay içinde hamile kaldım. Berbat bir hamilelik geçiriyordum. Sürekli kusuyordum. Defalarca kez hastanede yattım. Yaklaşık 5,5 ay sürdü bu halim. Ama ortalık yatışmıştı biraz. Doğacak oğlum annemi birazcık olsun yumuşatmıştı. Umutluydum. Çok umutlu...     

O dönem kendi ofisim vardı. Doğum iznine ayrılmak gibi bir lüksüm olmadı benim. 37. haftada erken gelen su ile hastaneye gidip bebeğimi dünyaya getirdim. Doğurdum diyemiyorum çünkü uygulanan yanlış yöntemler sonucu normal doğurmayı beceremeyip sezaryen oldum. Suyum geldiği için bana derhal suni sancı verdiler. Ufacık bir açılma bile yoktu halbuki. 12 saat boyunca bağırmaktan helak olmuştum. Karnım açtı, kahrolası NST yüzünden sol yanıma yatmaktan uyuşmuştum. Başımda onlarca insan vardı (annem, kayınvalidem, iş ortağım, eltim, yan odada kayınpeder, kapının önünde doğum yaptığımı duyan müvekkiller) delirmek üzereydim. Herkes her yerimi görmüştü. Saat başı gelip açıklığa bakıyorlardı. Annem sürekli “ıkınma hissi geldi mi?” diye soruyor, “ben de suni sancıyla doğurdum seni, 2 saatte geldin” diyordu. Kendimi iyice eksik hissediyordum. Dayanılacak gibi bir işkence değildi. Akşam 19.00 gibi bittim artık. Doğum hala başlamadı. O saatten sonra başlasa da benim bebeği itecek gücüm bile kalmamıştı. Birden eşimin doktorla sezaryen için konuştuğunu duydum. Ben inatla normal doğuracağım desem de; nasıl oldu nasıl evet dedim anlamadan kendimi buz gibi ameliyathanede buldum. Bebeğimi çıkardılar ve ben filmlerdeki gibi aşkla O’na bakacağımı sanırken, garip bir korku, garip bir hüzün kapladı beni. Odaya çıkışımı, bana bebeği verdikleri anı hatırlamıyorum bile. Kafamda sürekli “doğurmayı bile beceremedim.” Cümlesi uçuyordu. İşkencenin daha büyüğünün beni beklediğini bilmiyordum.

Bebeği getirdiler emzirmem için. Sanıyorum ki oğlum hop kapacak memeyi. Emecek doyacak. Emerken gözlerimin içine bakacak, parmağımı yakalayacak... Filmlerde hep öyle olmuyor mu? Ama bu da öyle olmadı. Göğüsler kocaman, ben tecrübesiz, bebek tecrübesiz, memede hiç mi hiç uç yok. Bildiğin duvar. Okuduğum her şeyin yalan olduğunu o noktada anladım. Kaynaklar ucun bir önemi olmadığını bebeğin kahverengi kısmı yakalamasının önemli olduğunu anlatıyordu. İyi de benim bebeğimde mi bir sorun vardı? O koca meme durmuyordu bebeğin ağzında. Yavru aç emmek ister ama, memeler sanki bir külçe. Olmadı o işi de beceremedik. Tüm gece ağladı oğlum. Ertesi sabah tartıya gelen doktor bebeğin çok kilo kaybettiğini mama verilmesi gerektiğini söyledi. Küütt bir tokat daha. İyi de bu memeler ne işe yarar? Ağlaya zırlaya verdik mamayı. Uyudu tabi kuzu. Ama beni bir korku sardı. Çıkmak istemiyorum hastaneden. Eve gidersem bebek ölür diye korkuyorum. O hemşireler hep yanımda olsun istiyorum. Olmadı tabi. Doğumun 2. günü çıktık hastaneden. Eve gelişimiz de hayallerime aykırıydı. Ben kucağımda bebeğimle içeri girecek; oğluma “bak annecim burası bizim yuvamız” diyecektim. Eşimle birbirimize bakıp bu dünya güzeli bizim yavrumuz diyecek ve tekrar aşık olacaktık. Sadece hayal olarak kaldı tabi. Acıdan yürüyemiyordum bile. Bir kolumda annem diğerinde eşim beni eve sürükleyerek soktular. Bebek mi? Hastaneye bizi ziyarete gelen arkadaşlarımızın kucağında girdi evine.

Ve bozgunlar, yenilgiler bırakmadı yine peşimi. Süt gelmemişti, oğlum sürekli aranıyordu. 1 saate yakın emiyor doymuyordu. Annem sürekli tepemde “aç bu çocuk, senin sütün yok” diye bağırıyor, sonra gidip mama veriyordu bebeğe. Her seferinde “30 cc’den fazla verme “ dememe rağmen o kendince biberonda bir nokta belirlemiş, oraya kadar su koyup kafasına göre de mama ekliyormuş ki bu yaklaşık 130 cc’ye denk geliyor. Sezaryen acısından yataktan bile kalkamadığım için bunu çok sonra anladım. Ama iş işten geçmişti. Hani 25 cc ile bile doyacak bebeğimin midesi annem sayesinde 130 cc ile doyar olmuştu. Bebeğimi beslemeye bile gücüm yetmiyordu.

Göğüs uçlarımın hali ise görenlerin bile midesini bulandırıyordu. Sol meme başı elimle tutunca göğüsten ayrılıyordu. Oğlum emerken o parçanın ağzının içinde gidip geldiğini hissediyorum. Sağ tarafın ise üzerindeki deri tamamen sıyrılmış kızıl et gözüküyordu. Bu acının tarifi yoktu. Bebeğimden nefret ediyordum. Uyanacak diye aklım çıkıyordu. Çünkü uyanması demek işkencenin yeniden başlaması demekti.

Evde sürekli mutsuz asık suratlı bir halde geziyordum. Anneliği hiç sevmemiştim. Bunu kendime bile itiraf etmekten korkuyordum. Çünkü herkes “muhteşem bir his, tarifi yok gibi” kelimelerle açıklıyordu. Bense annelikten nefret etmiştim. Bu durumda hata bende olmalıydı. Madem bu kadar muhteşemdi ve herkes böyle söylüyordu demek ki problem bendeydi, bu işi ben beceremiyordum.

Ev desen Pazar yeri gibi. Annem, kayınvalide, kayınpeder, elti, kayınbirader... hepsi bizdeler. Her kafadan bir ses çıkıyor. Kayınpeder bir garip zaten. Evden gitmiyor. Ben küçücük bir odada bebekle tıkılmış vaziyetteyim. Bebek ıhh dese koşup geliyor, benim memeler meydanda, geriliyorum. Oğlum azıcık uyusa çok uyudu diye gelip uyandırıyor. Kayınpederin katili olmamak için kendimi zor tutuyorum. Annelikten nefret ediyorum. Kaçmak istiyorum. Olmuyor.

Şimdi dönüp baktığımda o dönemlerimin bu kadar kötü geçmesinin baş kaynağını annem olarak görüyorum. Denge kurmayı beceremedi bir türlü. Birbirinden nefret eden 2 aile, bir bebek için bir araya gelmişti. Herkes güç gösterisine girdi. Ama annem, bana en çok destek olması gereken kadın sürekli yanıma gelip “kaynanan yan baktı, kocan bacak bacak üstüne attı, az yediler, çok yediler, yok o yok bu” derken yedi bitirdi beni. Sürekli tehditvari konuşmalar. Bak kocan böyle yaparsa giderimler. Ben zaten hepten kendimi eksik hissetmişim. Sürekli ağlıyorum. Annem giderse bebeğe bakmamaktan korkuyorum. Annem ruh halimden anlamıyor. Mutsuzluğumu başka şeylere yoruyor, sürekli beni yargılıyordu. Git giyin, azıcık makyaj yap diye zorluyordu beni. Oysa ben uyumak istiyordum, uyumak ve bir daha asla uyanmamak.

12. gün annem evine döndü. Ben merdivenin başında hıçkırıklarla ağladım. Sesim haykırmayla karışık böğürme gibiydi. Sesimden korktum, bebeğimden korktum, yalnızlıktan koktum.

Her şey daha kötüye gitmeye başladı o günden sonra. Ben aç, bebek aç, ev almış başını gitmiş. Oğlum 3-4 saat memede duruyor. Sanıyorum ki sütüm yetmiyor. Ağlaya ağlaya mama  veriyorum kuzuya içiyor uyuyor. Kimse bana demiyor kolik diye birşey var. Bazı bebekler çok ağlar diye. Bazı bebekler annesini ister demiyor kimse. Herkes senin sütün yok, aç bu çocuk diyor. Ağlıyorum annelikten de bebeğimden de nefret ediyorum.  

Her şey bu kadar kötü giderken işlerin iyi gitmesi de mümkün değil tabi. Yaptığımız takiplerden tahsilat yapamıyoruz. Kazandığımız para ancak büroyu döndürüyor. SSK primlerimi bile ödeyemiyorum. İş ortağım kızgın, adeta beni suçluyor. Oysa ben dilekçeleri yazıp yolluyorum. Elimden geldiğince yükünü hafifletmeye çalışıyorum. Olmuyor tepkilerini önleyemiyorum “herkes 40’nın çıkmasını beklemiyor işe dönmek için” diyor. İşe dönmek mi? Daha 35 günlük loğusayım. Göğüs uçlarımdaki acıdan çamaşır bile giyemiyorum ben. Göğüs kalkanlarım olmadan yaşamam imkansız. Oğlum? Daha emme düzenimiz bile oturmadı. Kime bırakırım sürekli memede duran bir bebeği? Ve o esnada köpeğimi bile bırakmam dediğim kadına muhtaç kalıyorum. Kayınvalideme...

Sonrası daha da büyük bir kabus. Sabahtan akşama kadar ayağında sallayarak susturuyor kuzumu. Sallanmaktan sersem olan oğlum sürekli uyuyor. Ben 2 sefer süt sağıyorum büroda. O da ne? Sütüm varmış benim. Hem de öyle böyle değil. Ama eksiklik hissi yakamı bırakmıyor. Sanki hep yetmiyormuş gibi düşünüyorum. Anneme söylüyorum telefonda “nerdeyse yarım litre süt çıkıyor anne” diyorum. “Olsun” diyor “sen mama da ver çabuk toplansın çocuk” desteklemiyor beni, övmüyor, alkışlamıyor. Hala eksik hissettiriyor.

Annem, bana destek olması gereken kadın sürekli yargılıyor beni. Kayınvalidem sürekli horluyor, işimi, kilolarımı, korkularımı... kimse anlamıyor beni. Çok yalnız kalıyorum. Aynaya bakmaktan korkuyorum. Dev anası gibiyim çünkü. Aynı şeyleri giyip duruyorum. Üzerime yakışmayan her şeyde kendimden biraz daha nefret ediyorum. Vitrinlere küskünlüğüm o günlerden kalma. Ama kilo vermeye çalışmaktan da korkuyorum. Sütüm azalacak endişesi hiç yakamı bırakmıyor.

Sonrasında yine peşimi bırakmadı olumsuzluklar. Büromu kapattım. Tüm emeğimi bir günde silip atmak zorunda kaldım. Gırtlağa kadar borca batmışım. Kimse destek olmuyor. Eşim evde otur daha iyi diyor. Ağlıyorum. Sonrası daha kara günler. Kabul edilen bir başvuru, sabah 8.30 akşam 6 mesai. Ama 9 dan önce evde olamıyordum. Çoğu gün şehir dışına duruşmaya gidiyordum. Haftanın 2-3 sabahı gözümü başka bir şehirde açıyor, dükkanlar açılana kadar buz tutmuş sokaklarda dişlerimin takırtısı eşliğinde dolaşıyordum. Üşüyordum, uyumak istiyordum, bir uyusam hiç uyumasam diyordum. Ve süt... süt sağacak oda bulmak için kırk takla atıp millete yalvarıyordum. Bazen otobüs terminallerindeki umumi tuvalette bazen arşiv odasında bebeğimin rızkını çıkarıyordum damla damla. Ben bunlara dayanmaya çalışırken  Kayınvalide bu şartlara dayanmadı ve eşim bir gecede ailesine yakın bir yerden ev tuttu. Onayımı almadan. Öylece bırakıp çıktığım her köşesini ayrı sevdiğim evime bir daha hiç gidemedim. Yeni evimiz ise tam bir kabustu. Dubleksti, ısınmıyordu. Garip renklere boyanmış odaları vardı. Zindan gibiydi. Oğlumdan nefret ediyordum. bu şartlara Onun yüzünden gelmiştik. O olmasa... hep kafamda bu soru uçuşuyordu.

Çok sonraları anladım arkamdan dönen oyunu. O evi birlikte oturmak için istemişti kayınvalidem. Üst katta onlar oturacak altta biz yaşayacaktı. Yazgımı çizmişlerdi yokluğumda. Oysa ben çekirdek ailemi istiyordum. Yüzüm hiç gülmüyordu. Ağlıyordum. Annelik sorumluluğundan nefret ediyordum. Oğlum olmasa ...

Sonra varılabilecek en dip noktaya geldik. Boşanacaktık. Sürekli oğlumla tehdit ediyordu eşim beni. Sana vermem diyordu. “Tamam” dedim. “Al çocuk sende kalsın”. Takatim kalmamıştı artık. Göğüs kafesimde bir el her geçen gün daha şiddetle bastırıyordu, beni boğmaya çalışıyordu sanki. Her şeyi hazırladım. Protokol, dilekçe.... son bir şans istedi eşim. Son şans...

O son şans gerçekten şans oldu benim için. Kısa bir süre sonra dibe vurmuşluğun da rahatlığıyla iflas etmekte olan bir şirketin teklifini kabul ettim. o kapı başka bir kapıyı araladı bana. Çektiğim çileler tek tek bitiyordu. Bir çok işe göre şartları oldukça rahattı. Akşam evimde, yatağımda yatabiliyorum. O zindan evden kurtulduk. Kendi evimizi aldık. Koloni hayatımız bitti. 1,5 yıl sonra çekirdek ailemle kaldım sonunda. Harika bir bakıcı bulduk. İlk kez hep beraber kafamızda binlerce soru olmadan tatile çıktık. Anneliği sevmeye başlamıştım. O filmlerde gördüğüm aşk başlıyordu. Her şey o kadar yolundaydı ki... O Pazar akşamına kadar. Beyaz plastik bir kutucuk. Üzerinde iki tane pembe çizgi yan yana. Bu bir kabus olmalı Allah’ım. İstemiyorum diye isyan ettim günlerce. Ama eşim asla izin vermedi aldırmama bebeği. Hala kızıyorum bedenim üzerinde böyle fütursuzca karar vermesine nasıl mani olmadım diye? Oysa hiç de hazır değildim 2. bebek için. Çok defa beni bırakıp gitmesi için yalvardım. Ve itiraf ediyorum ki düşmesi için çok çabaladım. Ama olmadı o benden inatçı çıktı, bırakmadı beni.

Sonrası yine aynı... Zor bir hamilelik hem de bu sefer daha bir zor. Varlığını yeni sindirdiğim yavrum 21 aylık. Hala emiyor. 3 ay daha dişimi sıkmak istiyorum. Sürekli hasta halimden sıkılıyor. Kendi dilince anne uyuma diyor. Oyun istiyor. Ama ben gözümü açsam kusuyorum.

Öyle böyle geçti 9 ay SSVD deneyecektim. 4 doktor değiştirmiştim. Olmadı, yine aynı hikaye su geldi bebek gelmedi. Bu sefer o kadar takmadım. Zaten zoru başarmaya çalışacaktım. Süt mü? Nasıl olsa gelecekti, her şeye kulak tıkadım bu sefer.Gürül gürül geldi  8. gün annemi gönderdim. Özgüvenim kimsenin yıkmasını istemedim.

Ama her çocuk ayrı hikaye olayı geldi çıktı karşımıza. Bu sefer süt kanallarım da açık olduğu için doldu hemen sütler. Ama kızım emmiyordu. Reddediyor resmen. Uyku aralarında emdiği 5 dakika ile 3-4 saat geçiriyor. Kilo almıyor, sağdığım sütü içmiyor, mama almıyordu. Loğusa cinleri hemen devreye girdi tabi. Paranoyalar başladı. Huzurumuz yeniden kaçtı. Zaten istemeyerek dünyaya getirdiğim kızımdan iyice nefret eder oldum. Oğlumsa benden nefret ediyor. O bana kızdıkça ben kızıma kızıyorum. Hayatım İpek’i doyurmaya çalışmak ve süt sağmakla geçiyor. Destek olacak kimsem yok. işe gelmeyi kurtuluş sayıyorum. İpek’le ise evden çıkmak dahi istemiyorum. Arabada etini koparmışçasına ağlıyor. İşte o anlarda onu camdan dışarı fırlatmak istiyorum. Kendimden korkuyorum. Çünkü bir anlık bir şey biliyorum. İdle vicdan arasında gidip geliyor ellerim. Kendimi hırpalıyorum, oğlumu hırpalıyorum, eşimden nefret ediyorum.

Her sabah geçecek diye başlıyorum güne. Dik durmaya çalışıyorum. Ama akşam olunca dayanmaya gücüm kalmıyor. Hele dün akşam “anne yine gülsene” diyen oğlum paramparça etti bugün beni. İki göz yaşım gözümün kenarında duruyor. Bıraksam hıçkırıklarla çıkacaklar durdukları yerden.    

Benimkisi bitmemiş bir hikaye. Nerede ne zaman bitecek bilmiyorum. Sürekli bir türkü dudağımda, onunla avunuyorum.


“...Ne de olsa kışın sonu bahardır
 Bu da gelir geçer ağlama...”

22 Şubat 2011 Salı

Mucizem'in Hikayesi

Ben normalde sakin yapılı bir insanımdır, hatta fazla sabırlı denilebilir. İnsanlar durumlar karşısındaki metanetime, sakinliğime hep şaşırır. Hamileliğimde böyle geçti benim, sakin sakin ve sorunsuz bir şekilde. Duygusal patlamalar yaşadım elbette ama üzücü durumlarda. Ancak ne eşime ne çevreme hamile kaprisi hiç yapmadım.
Doğumumu normal beklerken sezeryanla yaptım. Bebeğim benden 2 saat önce ailemle buluştu, ben odaya alındığımda, sadece teyzem yanıma gelip bana bakmış ve “sakın düşme” diye bir uyarı yapıp kızımın yanına geri dönmüş. Ben hatırlamıyorum tabii, biraz ayılmaya başladığımda da yalnızdım odada. Bu biraz incitici olmuştu aslında sonradan düşündüğümde. Birde benim bir şanssızlığım oldu, annem benim doğumumdan 20 gün önce ağır bir ameliyat geçirdi acil olarak ve ben henüz 10 günlük lohusa iken kemoterapi almaya başladı. Yani doğumumda da, lohusalığımda da o müthiş anne desteği biraz eksik kaldı bende. 40 günlük lohusalık dönemimde de annem iyi olduğu sürece benimle ilgilenebildi, daha çok ben ilgiliendim onunla. Henüz bir haftalık lohusa iken sabah kızımı kayınvalideme teslim edip, dikiş yerlerim acıya acıya anneme kahvaltı hazırlamaya gidiyordum.
Yani hamileliğimin son ayları da, lohusalık dönemim de biraz eziyetli geçti benim. Aynı dönemde abim eşinden ayrıldı. Biz; yani annem, ben, eşim ve abim; ortak bir yaşamın içinde, hepimiz ayrı sıkıntılarla boğuşarak yaşamaya başladık. Ben, anneme ve abime üzülerek, kızıma yetmeye çalışarak, annemle ilgilenmeye çalışarak geçirirken lohusalık dönemimi, birde bu problemli dönemde diğerlerinin bozuk psikolojileriyle de boğuştum.
Sonuçta bu sıkıntılı dönem ve birliktelik, ilişkileride bozdu. Artık yüzümüz gülmeden masaya oturmaya başladık, tartışmalara başladık. Bu nokta benim sabrımın sonu oldu. Sonuçta ben sürekli ağlamalar, - ki annem üzülmesin diye gizli saklı – eşimle mütemadiyen kavgalar – sağolsun o da bu dönemde alınganlık konusunda tavan yaptı, bana destek olamadı – kızımla ilgili büyük korkular yaşamaya başladım. Gözümün yaşı kurumaz oldu, evde duramaz oldum; sinir boşalmaları yaşamaya başladım. Gecenin bir yarısı mide bulantısı ile uyanıyor, saatlerce titremeye başlıyordum. En sonunda kızım 2,5 aylıkken banyoda saçlarımın büyük bir kısmını tepemde toplayıp, bir makas atıverdim. Banyodan çıkınca eşim şok oldu. Bunlar kakül boyutunda bile değildi, iğrenç görünüyordum. Bu sanırım beni kendime getirdi, önce eşimle konuştum, sonra annemle, sonra abimle. Artık sakinleşelim, ben iyi değilim dedim.
Bu arada benim minik kızım, dünyanın en şeker, en tatlı bebeğiydi. Gazı yoktu, emiyordu, uykusu düzenliydi. Başta yaşadığımız sarılık dışında -ki onu da anne sütüyle hastaneye yatmadan atlattık- bana hiçbir problem yaşatmıyordu kızım. Yaşadığım depresyon, en ilgiye ve yardıma muhtaç olduğum dönemde yaşadığım sıkıntılardan kaynaklıydı.
Kızım 3 aylıkken ben işe başladım. Bu çok iyi geldi, gerçekten. Kızımı çok özlüyordum ve çok ağladım başlarda ama evin gerginliğinden kurtulmak çok iyi geldi. Annemin kemoterapisi bitti, abim tekrar annemle yaşamaya alıştı, eşim baba lohusalığını attı üzerinden. Gün geçtikçe düzenimizi tekrar kurduk, kızım anneme şifa oldu ve çok güzel sonuçlar aldık annemin testlerinden.
Şimdi kızıma annem bakıyor, ben her sabah işe giderken eşim bizi öpe koklaya yolcu ediyor, kızımı anneme bırakıyorum, işe geliyorum. Akşam annemde buluşuyoruz eşimle, annem ne yapabildiyse yiyoruz, kızımızı alıp evimize dönüyoruz. Arada kayınvalidem 1 hafta kadar kalıp annemi dinlendiriyor, kızıma bakıyor. Abim kızımın müptelası, bir akşam görmeden duramıyor. Süt iznimi Çarşamba günleri kullanıyorum, böylece annem 2 gün kızıma bakıp, çarşambaları dinleniyor.
Şu an kızımızın, Defne’mizin büyümesini keyifle izliyor, ona sahip olduğumuz için, onun bizi seçtiği için, bu kadar uslu, tatlı ve akıllı biri bebek olduğu için şükrediyoruz.










21 Şubat 2011 Pazartesi

Evren'in Hikayesi

Merhaba,


Aradan 2 sene geçtiği için, hislerim pek taze olmasa da ben de katkıda bulunmak istedim bu bloga. Öncelikle şunu söylemeliyim; isteyerek hamile kaldım, doktora gittim, çeşitli hazırlıklar yaptım ve planlı bir şekilde, isteyerek hamile kaldım. Ancak bu benim gerçek isteğim miydi bilmiyorum. Bunu gerçekte kimin seçtiğini hala bilmiyorum. Ben mi, ailem mi, partnerim mi, toplum mu, doğa mı, bedenim mi,... emin değilim. Belki de bunların bir bütünüydü. Hiçbir zaman tam olarak emin olamadım. Çocuklu hayatta beni nelerin beklediğini bilmiyordum. Öte yandan tam olarak bir karar verebilmek için yaşımın geçtiğini hissediyordum. Çok geç olmadan dedim; dışarıdan ve içimden gelen seslerin toplamını dinleyerek hamile kaldım. Ufak tefek sorunlarım olmuş olsa da... tamam itiraf ediyorum, ilk 4 ay mide problemim yüzünden hayat benim için çekilmez hale gelince “hamilelik mi? bir daha asla!” dediğim günler olmuştu ama sonrasında güzel geçmiş ve 18 haftadan sonra kıpırdanmalarla birlikte “bu bir mucize, üstelik de benim içimde” diyerek göbeğime tapınır hale gelmiştim. Göbeğim etraftan da türbe gibi ziyaretçi almaya başlayınca iyice havaya girdim. Tanıdık tanımadık herkes benim göbeğime bakıyor, ellemek için adeta sıraya giriyordu :P


Neyse işte, işbu halde doğum yapınca ve bütün ilgi bir anda bebeğime kayınca biraz bocaladım sanırım. Epiduralsiz doğal doğum yaptığım için aslında ilk hafta hala kendimi çok güçlü hissediyordum; büyük bir güven vermişti bana; bu acıya katlandım ya hayatta her acıya katlanırım diyordum. İlk hafta çok mutlu geçti, bulutların üzerindeydim, bebeğimle dans ediyordum, ona şarkılar söylüyordum. 2 saatte bir uyanmama rağmen dinç bir şekilde ayakta duruyordum. Türkiye’den annem ve babam, buradan da kardeşim, dayım ve eşi gelmişlerdi. Onlar bizim her işimizi yapıyordu, beni sık sık dinlenmeye yolluyorlardı ama içim içime sığmıyordu. Heyecanlıydım, bebeğimi tanımaya çalışıyordum. Tatlı bir telaş da vardı tabii. Emecek mi, nasıl tutsam rahat eder, kıyafetleri rahatsız ediyor mudur, vs. Yenidoğan sarılığı olduğu için biraz üzüldük ama genel olarak çok mutluydum. Ta ki ikinci haftaya kadar...


İkinci hafta bulutların üzerinden tepetaklak aşağıya düştüm :) Kardeşim, babam ve dayımların gitmesiyle yeni bir süreç başlamıştı evde. Annem bizimle kaldı. Bu arada doğum sahnesi 1 hafta geçmeden unutuldu, çünkü ortada artık bakıma muhtaç ufacık minicik bir yaratık vardı. Artık hayatın merkezi oydu. Herkes onun için çalışıyordu, onun etrafında dönüyordu, tabii en çok da ben. Annem yardımcı olmak istiyordu ama ben bir türlü emanet edemiyordum, sürekli bir kaygı vardı, ya ona bir şey olursa, ya annem doğru tutamazsa, başı düşerse, annem düşerse,... bu tarz binlerce düşünce geçiyordu kafamdan. (Bu arada sonrasında bu kaygı yerini ‘ya bana bir şey olursa, ya T.’ye bir şey olursa, bebiş ne yapar’a bıraktı, sonra kendisi kelimenin gerçek anlamıyla kendi ayaklarının üzerinde durup konuşmaya başlayınca yine ilk seferki kaygı nüfus etti, biraz azalmış olsa da hala devam ediyor). Her neyse, bu korkularla baş edemediğim için, bebişi kimselere emanet edemedim. Anneme ev işleri konusunda yardımcı olmasını önerdim ama yemek yaptırmıyordum çünkü elleri suyla temas edince yara oluyordu. Yemekleri T. yapıyordu. Anneme bulaşık makinesi boşaltma görevi verdim, sen sadece bulaşık makinesini boşalt yeter dedim :) Onca yolu ‘bu çok önemli görev’ için mi geldim diye o da söylenmeye başladı haliyle. Ama işte bırakamıyordum bebeğimi, garip bir histi.


İkinci hafta bir gün çok bunalmıştım; evde çok sıkılmıştım; o gün T. dışarıdaydı; annem en yakınımda olduğu için ona çatmaya başladım. Neyse T. geldi ve ikisi birlikte beni karga tulumba evden dışarı attı :) Çık biraz yürüyüş yap kendine gel dediler. Hava çok soğuktu, her yer karla kaplıydı, dışarı çıktım, 20 dakika yürüdüm. Hamileyken yürüyüş yaptığım yerlerden geçtim ve işte o zaman bir daha hayatımın eskisi gibi olamayacağını anladım. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bir yandan eski hayatıma ağlıyordum, diğer yandan evde bıraktığım bebeğime. Koşar adımlarla eve döndüm ve bebeğimi kucağıma aldım, sonra biraz sakinleştim. Ve düzenlemeler yapmaya karar verdim. Hemen iş bölümü yaptım, anneme daha çok görev verdim :) Kendime de daha çok tek başına zaman. O günden sonra bebeğim 2 aylık olana kadar her gün tek başıma yürüyüş yapmaya çıktım, hava ısınınca da onunla birlikte. Bu yürüyüşler bana çok iyi geldi. Bir de tabii ki annem ve partnerim. Annem, bebişin bakımına daha çok dahil oldu, T. yine yemekleri yapmaya devam etti. İkisi birlikte temizlik işini de hallettiler. Bu iş bölümünde bana düşen yalnızca bebeğimi emzirmekti.


Ancak emzirmek benim için pek kolay olmadı. Emzirmeyi seviyordum fakat geceleri uykumdan uyanmayı, her gece 2 saatte bir kalkmayı pek sevmiyordum. Çok zor kalkıyordum ve her kalktığımda 1 saat boyunca bebişle ilgileniyordum: emzir, gazını çıkar, tekrar emzir, altını değiştir, mutfağa in bir şeyler ye, tekrar çık, tuvaletti, suydu... derken uykusuz kalıyordum. Başlangıçta T. de kalkıyordu benimle ama ben bebişi ona devredip yatamıyordum. Ertesi günü de uykusuzluk yüzünden yıpranmış oluyordum. İyi dinlenemeyince sütüm azalıyordu, sonuç olarak bebişin ağlaması artıyordu ve bu beni daha çok yıpratıyordu. Bebeğiniz uyuduğu zaman uyuyun diyorum şimdi herkese ama biliyorum ki bu çok zor. Çünkü insanın yapmak istediği o kadar çok şey var ki o sürede, uykuyla vakit kaybetmek istemiyor. Ama uyumayınca da kısır döngüye giriyor. İşte tam böyle bir kısır döngü içerisine girdiğim günlerden birinde annem gece bebişi ben yanıma alayım dedi. Önce itiraz etsem de baktım dayanacak gibi değilim, kabul ettim. Ben 10’da yatıyordum, onlar bebişi uyutuyordu, annem gece 12 öğününde bana sadece emzirmek için getiriyordu ve ben yatar/uyur halde emziriyordum, bebiş doyunca annem bebişi alıp gidiyordu. Bir dahaki sefere kadar onunla birlikte yatıyordu. Ancak bu da bende paranoya yarattı; ya annem uyursa, dönüp bebişi ezerse, bebiş yere düşerse vs. İlla beşiğinde yatsın dedim, ama beşiğinde uyumuyordu. Bir tartışma da oradan çıktı. Ben beşiğinde uyutmaya çalıştım ama beceremedim. Annem al koynuna yat, bebeğinin kokusunu içine çeke çeke uyu işte dedi. Başta tedirgin oldum, ya ezersem, ya düşerse, vs. diye ama uykusuzluğa dayanamayınca aldım koynuma yattım. Çok seviyordum bebeğimle yatmayı, emzirdiğim için de daha rahat oluyordu böylesi. Ama sonra alışırsa paranoyası başladı, öyle görmüştük, duymuştuk etraftan; bebekler alışırdı ve bize bunun kötü olduğu söylenmişti. Birkaç arkadaşımla konuştum, gizlice itiraf ettim birlikte uyuduğumuzu -sanki kötü bir şey yapıyormuşum gibi- onlardan destek gelince epey rahatladım. Tabii yine 2 saatte bir uyanıyordu ve ben uykusuz kalıyordum. Sonra yine eski sisteme döndük, 1 öğünü yine ya annem ya T. veriyordu. Önceleri sağıyordum ama sonra o da zor gelmeye başladı ve annemin önerisiyle mamaya başladık. 1 yaşına kadar geceleri 1 öğün mama verdik. Hatta ben arkadaşlarımla dışarı çıktığımda ya da okula gittiğimde de mama verdik. Bu konuyu takıntı haline getirmedim. Bir ara stres olsam da, sadece anne sütü vermeliyim diye, baktım ki bu beni çok zorluyor, vazgeçtim. Çünkü benim stresim sadece benimle kalmıyordu, önce bebeğimi, sonra tüm ilişkilerimi etkiliyordu. Ben de rahat moda geçtim. 2 sene de bu modda emzirdim bebeğimi. Halen beraber yatıyoruz ve bu benim hayatta en çok sevdiğim şeylerden biri :)


Şimdi dönüp baktığımda, esas olarak 1 ay sürdü diyebilirim benim lohusalığım. Yani olur olmadık zamanlarda gözlerin dolması, aşırı hassas bir halet-i ruhiye durumu. 40 gün diyorlar geleneksel lohusalık süresi için; burada da 6 hafta sonra doktor kontrolüne çağırıyorlar. Bizim ailede bu tarz gelenekler olmadığı için ne şerbet, ne kırk, ne de herhangi bir ritüelin içinde bulundum. Ama sanırım 40 gün sürmesi, hormonların eski haline dönmesi için gerekli süre. 40 gün boyunca kanama oluyor, benimki de ona yakın sürdü. Aslında makul bir zaman bence. Yeni hayata, bebekli bir hayata alışmak hiç kolay değil. Özellikle ilk 3 ay bizimkinde gaz sancısı problemi olduğu için daha bir zordu ve 6 aya kadar zorluklar azalarak devam etti. 6 aydan sonra dünyamız değişti. Hem iyice alıştık, hem de bebişin o hassas, kırılgan ve çığırtkan halleri gitti, ele, neşeye her şeye gelir bir bebek oldu. Tabii ki hala zorlukları var, çocuklu hayat kolay değil. Bazen eski hayatımı, o sorumsuz yaşantımı özlüyorum; bazen işlerimi yetiştiremediğimde 1 haftacık zamanım olsa, kendi başıma kalsam diyorum ama biliyorum ki uzaklaşsam da kafamın içi hep onunla dolu olacak. Gün içerisinde bile öyle çok özlüyorum ki, akşam koşarak eve dönüyorum. Çocuklu hayat zor ama bir o kadar da zevkli.


Her bebekle birlikte bir anne doğar derler ya; ilk zamanlar “çünkü kadının eski hayatı sona erer” kısmı telaffuz edilmez diye düşünürdüm. Hayatımın bir daha eskisi gibi olamayacağını anladığımda ilk verdiğim tepki kızgınlıktı. Etrafımdaki çocuklu insanlara kızmıştım. Neden bunu bana kimse söylememişti? Bu zorluklardan bahsetmemişti? Herkes hamileliğin keyfini çıkar diyordu ama kimse sonrasından bahsetmiyordu. Sonra sonra anladım bu insanları. İlk ayların zorluğu bir süre sonra unutuluyor. Hem siz çocuklu hayata alışıyorsunuz, hem iletişim boyutu giderek artıyor ve çok zevkli hale geliyor, hem de öyle bir geçiyor ki zaman, çoğunlukla dönüp bir şey düşünmeye pek fırsat kalmıyor açıkçası.


Süreçte Su Serpenler 
  • Tabii ki YavruSu :) Bir bebeğin gelişimini izlemek gerçekten olağanüstü. Her gün yeni yeni şeylerle sizi şaşırtıyor ve gülücükleriyle kendilerine ve hayata bağlıyor bu miniminiler.
  • Tabii ki partnerim ve annem. Onların desteği çok önemliydi. Bebiş 22 aylık olana kadar hiç tek başıma kalmadım, sonra da sadece 2 gün kendim baktım YavruSu’ya. 5,5 ay annem bizimleydi, sonra bir ay bir ablamız yardım etti, sonra tatil oldu annemlerin yanına gittik 2 ay kaldık, dönüşte yarım gün bir yuvaya başladı ve çok sevdiğimiz bir insan tarafından bakıldı, 14 aylıkken de tam zamanlı gitmeye başladı. Onun dışında kalan zamanlarda da T. ile her şeyi paylaştık. Öyle eşim bana yardım ediyor tadında değil, ciddi ciddi paylaştık her şeyi.
  • Her gün kendi başıma çıktığım yürüyüşler çok iyi geldi. Hem uzaklaşıp temiz hava almış oldum, hem de farklı şeyler düşünmeye fırsatım oldu.
  • Ekstra bir yük getirmiş olsa da 1 ay sonra okula başlamamın, bir nevi ‘eski hayatım’la bağ kurmamın rolü büyüktü. Bebekli hayat dışında bir hayatın da var olduğunu, farklı insanları, farklı dertleri haftada 1 gün de olsa görmek/duymak iyi gelmişti.
  • Uzun emzirme seansları sırasında kitap okumak, özellikle de roman okumak çok iyi gelmişti. Ancak her okuma iyi gelmedi maalesef. Okuduğum bazı yazılar ve çocuk bakımı kitapları bana kendimi kötü hissettirdi, eksik hissettirdi. Süperannelik dayatmasını fazlaca üzerimde hissettim. Anneliğin bana göre olmadığını düşündüğüm zamanlar oldu. Bir çocuk yetiştirmek için bir köy gerekir derler ya, doğal olanın bu olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de size en büyük tavsiyem mutlaka yardım almanız, bu sorumluluğu paylaşmanız. Aileniz, partneriniz ve arkadaşlarınız eminim bugünlerde size yardım etmekten çok büyük mutluluk duyacaklardır.
  • Feminist annelik ve alternatif ebeveynlik üzerine yaptığım okumalar da bu dönemde ilaç gibi geldi. Cynthia Peters’ın dediği gibi Vulgar Bir Çağda Ebeveynlik yapmak hiç kolay değil çünkü!
Evren, Şubat 2011