1 Şubat 2011 Salı

Derya'nın Hikayesi

Hiç geçmeyecek sanmıştım. İçimden taşan öfke, sürekli dişlerimi sıktıran sinirlilik hali hiç bitmeyecek sanmıştım. Dünya korkunç bir yermiş ve ben bunu görememişim, herkes bencil, herkes kötü niyetliymiş meğer sanmıştım. Önce emziren anneler grubunda paylaşılanlar sonra yazdığım lohusa mimine gelen cevapların bir kısmı lohusalığın depresifliğe varabildiğini, süt üretildiği, regl olunmadığı, hormonların oturmadığı sürece devam edebileceğini görmemi sağladı. Ve tek olmadığımı bilmek bile bana acayip iyi geldi. Kızımın 4. ayının sonunda neredeyse minimuma indi depresyonum. 
21 Aralıkta yazdıklarım ise şöyleydi: 




"Cinnet Anaların Ayağının Altındadır!

Bu yazı bir 6 ay iç dökümüdür. Yazıda bütünlük, devamlılık, mantık arayanın zerre aklı yoktur. “Özet geç lan” diyecekler için özet başlıktadır. Ben olsam bilmiyorum bu kadar uzun ve plansızca iç dökümü olan bir yazıyı okur muydum (okurdun la sen, evet evet okurdum.)


Ta hamilelikten başladı. Hiç doğurmayanlar, ne yaşadığını tahmin edemediğinden dertlerini önemsemiyor, doğurmuş olanlar ise en zorlu durum kesinlikle kendilerinin yaşadığı durum olduğu için senin sıkıntılarını küçümsüyor ve böylece anne adayının en çok duyduğu laf “Geçer”, “O kadar önemli değil”, “Seninki de dert mi, ben hamileyken/doğurduğumda...”, “Ya abartıyorsun ama sen biraz...” , “Daha dur seen bunlar iyi günlerin...”, “Çok şikayet ediyorsun.
Oysa ben kolay kolay dert yanmam. Nereden bileyim. “Naber, nasıl gidiyor hamilelik?” sorusunu, içten, gerçekten ne halde olduğunu bilmek için sorduklarını sanmıştım. Ve bu yüzden nasıl gittiğini cevaplıyordum: “Midem bulanıyor”, “Kalçam çok ağrıyor”, “Ay nefes alamıyorum.”, “Çok sıkıldım.”... Var olan durumu söylüyordum ben sadece, ama karşımdaki yukarıda saydıklarımı söylüyordu. İyi ama ben şikayetlenek, dert yanmak için söylemiyordum ki bunları???

Hele “Daha dur sen...”cileri hiç anlamadım hala da anlamıyorum arkadaş. Hamilelikte başladılar hala devam ediyorlar:

İlk üç ay mide bulantısından ölürken: Daha dur, karnın büyüsün sen o zaman görücen sıkıntıyı...
Son üç ay ağırlıktan, kemik ağrısından, sıcaktan ölürken: Daha dur bunlar iyi günlerin bebek bir doğsun o zaman gör sen...
Bebek doğar: Daha dur, bir dişi çıksın...
Bir katı yemeye başlasın,
Bir ayaklansın,
Bir konuşmaya başlasın,

Yeter be arkadaş. Felaket tellalı mısın? Mutsuzluk sevici misin? Karşındakinin sıkıntısından mı besleniyorsun, derdin ne anlamıyorum ki.

Devam edelim. Hamilelik zamanı acayip bir dönem olsa da, hormonlar, karında bir canlı, acayip haller falan, bebek doğduktan sonra anne için çok çok daha acayip bir dönem başlıyor. Hormonlar hala aynı başıbozuklukla devam ederken, regl olmuyor olmak, süt üretiyor olmak, hiç bilmediğin bir şeyi öğreniyor, alışmaya çalışıyor, deneyimliyor olmak vsnin yarattığı stres, minicik bir canlıyı hayatta tutmaya, sağlıklı kılmaya, doyurmaya çalışıyor olmak, Cinsel hayatının dengesizleşmesi, eşle yeni bir denge tutturmaya çalışmak vs derken anne adayı cinnetin sınırlarında dolaşmaya başlıyor. Ha bazıları daha az bazıları daha çok. Bazılarının yanında annesi, akrabası vs oluyor ve bunlar hyatı çok kolaylaştırıyor, bazılarının ise anne vsnin olması ve sürekli müdahale etmesi işi daha beterleştiriyor. Kimisi bebeğinin ve kendinin her ihtiyacını anında karşılıyor kimisi ise doktor parasını bile kırk kere düşündüğünden daha da strese giriyor. Kimisinin yanında çalışan yardımcısı, bakıcısı oluyor, altında arabayla her daraldığında stres atmaya dışarı çıkabiliyor, kimisinin eşi bile iş güç vsden günün çoğunda yanında olamıyor. Kimisi yapı olarak evde kalmaya, çocuk bakmaya, anne olmaya çok müsait kimisi için ise 3 gün evde kalmak ölüm olduğundan aylardır evde bebek bakıyor olmak kafayı yedirtiyor.

İşte burada mühim olan şu oluyor ki, karşındaki empati yoksunları için tüm bu ayrıntıların Hiçbir önemi olmuyor ve onların için sen: AMA ÇOK ABARTIYORSUN. Onlar da çocuk büyütmüşler hem de kesinlikle DAHA yaramaz, DAHA çok yiyen, DAHA çok ağlayan, DAHA az uyuyan bir çocuk büyütmüşler ama onlar hiç şikayet etmemiş ve şahane başarmışlar o işi. Sen bir hiçsin, beceriksizsin, bir de üstüne üstlük utanmadan hala konuşuyorsun.

Herkes her şeyi şahane bildiği için te doğumla birlikte başlıyor hayatın dış çemberinin sinsi sinsi hayatı zehretme girişimleri. Hastanede: “O tulum ince değil mi, hırka mı giydirsen?” diye başlıyor mesela. “Süt ver, anne sütü ver, anne sütü ver , anne sütü ver...” şeklinde çocuk bir yaşına kadar hiç bitmeyecek olanı ile devam ediyor. Benim memeler büyük, Aze'nin ağzı küçücük dakka bir gol bir emzirme sıkıntısı yaşadık. Hastanedeki hemşireler de sağolsun çok ısrarla öğretmediklerinden, ben her boku şahane öğrenmiş, çalışmış, hazırlanmış ama emzirmenin hiçbir sıkıntısını bilmeyip, “memeyi sokacam ağzına olacak bitecek, en az 1.5 yıl da emziririm ben” düzlüğünde olduğumdan “ya bir dakika olmadı bu, öğretin bize” demedim. Onların yerine hayatımıza giren herkes bir şeyler öğretmeye kalktı. Eve gider gitmez annem “doymuyor bu çocuk mama verin” demeye başladı, kaynanam, arkadaşlarım, komşular, hastanede beraber yanyana beklemekten başka bir hukukumuz olmayan kadına kadar devam etti. Bir o kadar kişi de tersinden, “Mamaya sakın başlamayın, 15 dakikada bir emzir ki öğrensin” şeklinde bir koro icra etti. Benim meme uçlarım paramparça oldu. Sütüme kan karıştı sıklıkla. Sağma makinasından, göğüs kalkanına, silikon uçtan, bilumum kreme kullanmadığımız şey kalmadı.

Herkes bebeğin doyması, anne sütü alması, mama alması, üşümesi, terlemesi... derdindeyken, kimse beni düşünmedi. Kimse “Ya moralin nasıl, gel on dakika boş ver, gerekirse emzirmeyi tümden boşver, kafayı yiyeceksin, mutsuz ve mutsuz eden olacağına mama ver ama mutlu olun ailecek. Sonra sakin kafayla çabalarsın.” demedi. Karnımı doyurmamı söyleyen bile “Bebeğe süt olsun” diye söyledi. Tam iki ay bebeğimi görür görmez gerildim a dostlar. Şimdi acıkacak ve hem bana işkence etmeye başlayacak hem de doymayacağı için ağlayacak diye. Tam iki ay o özlemle beklediğim bebeğimle hayalimdeki mutluluğu, huzuru yaşayamadım. Ne zamanki kilo veriyor diye mama başladık, o zaman nefes aldım, o zaman bebeğimle gerilmeden mutlu anlar yaşamaya başladım. Dedim ya, onca zaman içinde de bana moral olmak bir yana “Ohooo bu da sıkıntı mı?”larla karşılandım. Paso baskı yaşadım. Ne zaman ki o stresi attım, mama sayısını azalta azalta sırf anne sütüyle beslemeye başladım kızımı. Emme işini beceremedik belki ama sağma makinasıyla yakın temas halinde her öğününü çıkarmaya başladım kızımın.

3 saatte bir sağ ki süt azalmasın ve Aze'nin her öğünü tam olsun, bebeği emzirirken ki sıcak duygu yerine plastik aletle gün içinde toplam neredeyse 4 saat vakit geçir, Doğum esnasında kuyruk sokumunda çıkık olsun doğru dürüst oturama, belinde incinme olsun geceleri yatama, sen her sorana – sormayana “olllley sütüm 20 cc arttı.”, “ollley Aze aralıksız şu kadar uyudu.” derken, senle bir doğuran yakın arkadaşların abuk “nazar değer” inancıyla “eee sütüm mü, şey, yok ya benim sütüm az.” deyip dolaplarda süt depolasın, tüm gece uyuyan bebekleri için “ayhh 6 kez uyanıyor geceleri.” desin ve sen algılayama bütün bu rol yapma sürecini. Kimse niye her sarılana niye ağladığını çözemesin, yorgunluktan, mutsuzluktan kapıdan bile çıkmak isteme. Kapıdan çıkmak istemedikçe daha da derin depresyona gir, eve gelen olursa geliyor diye sinirlen, gelmeyene gelmiyor diye sinirlen... Telefonda ya da yüz yüze sorulan nasılsın sorusuna "galiba deliricem, galiba feci depresyondayım." cevabına, her yüz yüze gelindiğinde "Yok yok iyisin, şahane görünüyorsun." mu denir? Sana niye yalan söyleyeyim ayol? Delirtmeyin insanııııııııııı. Ve işte daha delice onbinyüzmilyon şey.

Emzirmeden bebeği yıkamaya bebeğe dair herşeyle ilgili herkes çok bilip çok kendinden emin konuştukça, “O öyle olmaz yanlış yapıyorsun.” dendikçe ben daha kendime güvensiz olup daha beceriksiz hissettim kendimi. Öyle hissettikçe herkese öfkem arttı, öfkem arttıkça elim ayağıma daha çok dolandı. Yapmam gerekenler, yapmak istediklerim, Olması gerekenler, olmasını istediklerim her şey o kadar birbirine karıştı ki, hormonlar ve yeni hayat tarzının zorlukları hepsi birleşip kronik bir manyak yarattılar bende. 40 gün saydım hormonlar dinecek, hayat yeniden güzelleşecek diye. 40 çıkınca lohusalık biter, bu haller de biter dediler çünkü.

Yok. Bitmedi. Bitmeyince ben kendimi suçlamaya başladım, herkes de yardım etti: “Yok artık lohusa da geçti daha tafran kime, artistliğin kime??”. Evet Loğusa da geçmişti, ben niye hala böyle dengesiz, stresli, ağlamaklı idim?? Neden göğsüm dolduğunda Aze ya da sağma makinası göğsüme değer değmez ağlamaya başlıyordum?? Kimse demedi ki “Makina mı la bu çat diye kesilsin? Regl olmuyorsun, süt üretmeye devam ediyorsun, hormonlar hala alt üst normal değil mi?” yok, çevremde bunu diyen olmadığı gibi tam tersi abarttığım, artık bitmesi gerektiği söylendi. Haftalar, aylar geçti, dayanamadım, emziren anneler mail grubuna sordum mail atarak: “Ben manyak mıyım?? Bende bir tuhaflık mı var? Bir tek ben miyim doğumdan sonra bu kadar zaman geçmesine rağmen hormonal dengesizliklerden, depresyondan, stresten muzdarip?”

Neyse ki çok anne varmış bunu yaşayan. Neyse ki çok doğalmış. Neyse ki ben suçlu-şımarık-kaprisli-abartan-tuhaf olan değilmişim. Ama sen gel bunu -üstelik kendi de yaşadığı için anlaması gerekirken- “aaa bu ne ki”ci başta annem olmak üzere çevremdeki annelere anlat. Esra Sert bu tür annelere dair o kadar güzel yazmış ki şu linkte: http://www.ayseninikizleri.com/BlogDetay.aspx?BlogID=95

Üzerine bıraksalar 5 sayfa daha yazarım çünkü şu son 6 ayda o kadar çektim ki eş dost empatisizliğinden o kadar olur. Ama yazmayacağım çünkü çok acıtıyor. İyi gün dostum çokmuş onu anladım. Hormonlardan dolayı kırdığım, küstüğüm, kırıldığım, sert çıktığım çok eş dost arkadaş oldu. Bazen haklı olduğum bazen haksız. İki durumda da “Kötü dönemden geçiyor, şimdi idare etmeyip ne zaman idare edeceğim.” diyenler canım ciğerim oldu, demeyip arkasını dönenlerin ise “Canları sağolsun.”

Blogcu Anne bugünkü yazısında ben ve benim gibi bir sürü annenin dermanını yazmış aslında. İşin kötü yanı şu ki insan böyle açıktan istemeden süngeri olan insanları olsun istiyor. Hem senin anlattıkları emip çekmesi açısından istiyor süngerliği hem de sert çıkıp kafa attığında kaya olup can acıtmayıp, sünger olup yumuşatsın darbeyi diye. Böyle kötü zamanlarda anlıyor ne kadar az gerçek dostu var ve var olan dostlarının da ne kadar azı sünger özelliğine sahip.

Ben ruh halimi pek göstermem. Dışardan bakıldığında genelde bana bakan yüzde 90 gülümseyen bir surat görür. Benim gibi insanların olması ihtimalini de göze alarak tavsiyeme uyun derim: Bir 5-6 ay önce doğurmuşa bulaşmayın. Yirmi çocuk doğurmuş bir anne bile olsanız annelik öğretmeye kalkmayın. Ayların dolmuşluğuyla kıyılarında gezindiği cinnetle saniye düşünmeden doğranabilirsiniz demedi demeyin. İyilik edecekseniz bir börek yapın, yanına içecek bir şey verin, oturun da bol bol dinleyin. Elif Anne'nin dediği gibi, çözüm isteyen yok sizden korkmayın. Sadece dinleyin ve dinleyin.  "

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder