3 Şubat 2011 Perşembe

Meltem'in Hikayesi

Ben anne olmadan önce lohusalığı sadece şerbetten ibaret sanan bir kadınmışım. Anne olunca hiçbir şeyi anlamadımsa da bu lohusalığın ne berbat bir ruh hali olduğunu, ama kadınların bunu bilerek veya bilmeyerek birbirlerinden gizlediğini anladım. Anneliğin hep olumlu taraflarının, güzel yönlerinin öne çıkarıldığı bir hayatta (dergiler, televizyon programları, diziler, filmler, çevremizdeki diğer anneler... hatta yakın zamana kadar anne blogları da) yaşadığımızı düşünüyorum. İlk zamanlarını çok mutlu geçirmiş insanlar da vardır mutlaka (örneğin annem, “ilk bebeğimi 2 günlükken kaybedince sen doğunca lohusalık falan yaşamadım” diyordu bana) ama çoğunluğun böyle olduğunu düşünmüyorum. Aksine “Sağlıklı bir bebeğin var, daha ne olsun, mutsuz olman için bir sebep yok” mahalle baskısıyla kadınların bence hayatlarındaki dönüm noktalarından biri olan lohusalık dönemi duygularını bastırdıklarını düşünüyorum. Oysa bu olay dillendirdikçe, yalnız olmadığını bildikçe daha çabuk geçiyor. İnsanın zaman geçtikçe bu gel-gitli ruh halinin azalacağını duymaya ihtiyacı oluyor. O yüzden bence çok çok faydalı bir blog olmuş, aklınızla bin yaşayın. Benim de çorbada tuzum olsun bari:

Aşağıdaki yazıyı 20 günlük anneyken yazmıştım. 6 aylık anne kafamla tekrar okuyunca gerçekten çok karamsar geldi ama gerçekti. Yazmamış olsam hatırlayamazdım bunları, insan unutuyor gerçekten, tamamen unutulduğunda da ikinci çocuk isteniyor sanırım. Bir insanın her şey ama her şey gözüne batar mı ya, yeri gelmiş (şimdi çok faydasını gördüğüm) emziren anneler grubundaki e-maillere bile gıcık olmuşum, o kadar yani 

Not: parantez içindekiler sonradan eklenmiştir.



Hiç hissettirmeden başladı. Oğlum doğmadan 1-2 hafta kadar önce. İşe gitmeyi bırakmışım, yeni evimize yerleşme hazırlıklarını tamamlıyoruz. Hava da serin mi serin, hamileliğim süper geçti darısı anneliğime duaları arasında bir sabah uyandım ki, finallere çok az kalmış ve ben daha hiçbir konuya çalışmamışım gibi hissediyorum.

Daha bebek nasıl tutulur onu bile bilmiyorum, bir de faydası olur belki diye üye olduğum emzirme konulu bir gruptaki e-mailler (evet emziren anneler grubuydu bu) iyice moralimi bozuyor, emziremezsemi hiç aklına getirmemiş ben birden paniklere kapılıyorum. “What to Expect The First Year” kitabını okumaya çalışıyorum ama hiçbir şey aklımda kalmıyor. Annem yaparken öğrenirsin, halen kitap mı okuyorsun diyor. Derken 3 hafta geçiyor ve bir bakıyoruz o gün geliyor.

Epidural sezeryan (evet isteyen kınayabilir annesi ilk bebeğini normal doğum yüzünden kaybetmiş ve PCOS hastası olduğum için kolay hamile kalamayan ben bedenen normal doğuma hazır olsam bile zihnen hazır olmadığım için planlı sezeryan yaptım!) için beni ameliyathaneye götürenler de, epidurali yapanlar da, doktorum da, hasta bakıcılar da herkes ama herkes yaptığı işlemleri bana anlatıyor. O an aklıma bir kitapta okuduğum “yeni doğmuş bebeğinize yaptıklarınızı anlatın, dünyaya alışma aşamasında yapılanları bilirse daha mutlu olur” lafı geliyor, kendimi yeni doğmuş bir bebek gibi hissediyorum.

Sonra belden aşağım uyuşuyor ve sevgilim yanıma geliyor. O geldikten 10 dakika sonra 9 aydır beraber yaşadığım oğlumu ve plesantamı benden alıyorlar. Alıyorlar da sanki çöpe mi atıyorlar, plesantayı evet ama oğlumu kucağıma veriyorlar. Öpüyorum, kokluyorum, babası bana benzediğini söylüyor, seviniyorum ama ben “Pamuk şeker gibisin” diye seviyorum onu. En mutlu anımız...

Ama işte ne oluyorsa ondan sonra başlıyor, ilk gece bunu ben mi içimde taşıdım ve doğurdum, bu benim mi, ne kadar da güzel, aman ona bir şey olursa demekten, kaşını gözünü burnunu incelemekten gözüme uyku girmiyor. Teyzem uyu artık diyor, hemşire o uyurken uyuyun yarın bu kadar çok uyuyamayacak diyor. Aman olmuyor ilk gece bir dakika bile uyuyamıyorum.

Ertesi akşam denilenler oluyor, kendini halen ana rahminin sıcaklığında hissetmek isteyen yenidoğan benden ayrılmıyor. Emiyor, uyuyakalıyor, yatağına koyuyorsun uyanıyor. Kucağımda uyuyor, yatağına alıyorsun ağlıyor. Sadece bebek odasına gittiği bir iki saat uyuyorum ama sersem gibiyim. 2. gece de sabahı buluyor. Bu sefer de bir şey olsa da bir gece daha kalalım hissi basıyor, hem de bundan hiç suçluluk duymuyorum. Hem burda her şeyi onlar yapıyor, eve gidince nasıl olur paniği başlıyor. Ama nafile, doktorum geliyor sizi taburcu edelim artık diyor.

Akşamüstü evimize varıyoruz, oğlum araba koltuğunda mutlu mutlu uyuyor. Eve varınca koltuğunu salona koyuyoruz, ona bakınca başlıyorum ağlamaya.

-Neden ağlıyorsun?
-Bilmiyorum...
-Nasıl bilmiyorsun.
-Bilmiyorum işte elimde değil.

İki hafta kadar sürecek repliklerin ilki eve geldiğimiz gün başlıyor.

Bahçeye inme üşütürsün diyorlar, sinir oluyorum ağlıyorum. İki gün aynı odada oturuyorum, sıkıntıdan ağlıyorum. Tam uyutuyorum, ah benim güzel oğlum diye sevmeye geliyorlar, uyanıyor, ben ağlıyorum, uyandıranlara gıcık oluyorum. Bu niye ikide bir kaka yapıyor diyor babası, ağlıyorum. Sana benziyor diyorlar, ağlıyorum. Saat 5 oluyor, ağlıyorum. Teyzemle kuzenim 1. haftanın sonunda eve dönüyorlar, ağlıyorum. Sevgilim, 2 hafta sonra işe başlayacak diye, ağlıyorum. Annem yemek yapmaktan yoruluyor diye ağlıyorum. Altını değiştirirken üzerime işiyor, ağlıyorum. Tam yemeğe oturuyorum, uyanıp ağlıyor, ben de ağlıyorum. Bir gece çok uyuyor, az emiyor, göğüsler şişiyor, sütler akıyor, ağlıyorum. Süt sağmam gerekiyormuş, ağlıyorum. Bir gece çok emiyor, az uyuyor, ben uykusuz kalıyorum, ağlıyorum. Ben gazını çıkaramıyorum, annem çıkarıyor, ben niye yapamadım diye ağlıyorum. Uyurken çok şeker oluyor, ağlıyorum. Rüyamda oğlum kucağımdayken uyuyakaldığımı ve onun yere düştüğünü görüyorum, ter içinde uyanıyorum, yatağına bakıyorum, mışıl mışıl uyuyor, ohh rüyaymış diyorum, ağlıyorum. Kimseyle konuşmak istemiyorum, çünkü millet hayırlı olsun dedikçe ağlayasım geliyor. Telefonları zaten açamıyorum ama sonra da kimseyi geri aramıyorum. Babası sevinçle tebrikleri kabul ediyor, ben kabul edemiyorum diye ağlıyorum. Fotoğraflarına bakıyorum, ağlıyorum. Zırta pırta ağlıyorum.

Elif Şafak'ın daha evli bile değilken alıp okuduğum ve hiçbir anlam veremediğim Siyah Süt kitabını kütüphaneden bulup tekrar okuyorum. Baby blues kısmı aynı ben...Diğer kitaplarıma bakıyorum, evet orda da anlatmış. Sebepsiz her şeye ağlama hali, değişen ruh halleri, etrafla sürekli tartışma, anksiyete, eleştirilere aşırı duyarlılık ... vs. vs. Ama işte ben biliyordum, çalışmadığım yerden soru geleceğini biliyordum.

Bir de üstüne üstlük hamileliğimde oğlumda bulunan sorun devam ediyor çıkıyor, iyice ağlıyorum. Ne zaman ki, tetkiklerin sonuçları temiz çıkıyor ve biz her şeyi güçlü ve dayanıklı oğlumun az ağlaması sayesinde hallediyoruz, baby blues beni terkediyor. Belki 2 haftalık süresi doldu diye, belki ben farkına vardığım için, belki sağlıklı olmanın verdiği sevinçle gidiyor ama gidiyor.

Baby blues depresyon demek değilmiş, halk dilindeki lohusalık olsa gerek. Hormonların alt üst olmasından olurmuş. Eğer 2-4 haftadan fazla sürerse postpartum depresyona dönüşmüş demekmiş. İşte bu yüzden lohusa yalnız bırakılmaz lafı çok doğruymuş. Yanımda soğukkanlılığı ile teyzem, süper yemekleri ile annem, bana tatlılar yapan kuzenim ve benim tüm hormon seviye değişikliklerime tahammül eden, genelde akşamüstü ziyaret eden ağlama krizlerimle “Hah geliyor saat 5 oldu, hazırlanın” diye dalga geçen ve beni henüz hiçbir şeyi doğru düzgün beceremediğim halde ne kadar iyi bir anne olduğum konusunda motive eden sevgilim olmasaydı baby blues geldiği gibi gitmeyebilirdi de...

İyi ki oğlan doğurmuşum...(Buradaki sevinç benim çektiklerimi çekmeyecek diyeydi hatırlıyorum)
Meltem

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder