23 Şubat 2011 Çarşamba

Didem'in Hikayesi

Yazmak istedim. İçimdekileri birileriyle paylaşırsam sanki yüküm hafifler gibi geldi. Oysa başlarda kararsızdım yaşadıklarımı anlatmaya. Ama dün... 3 yaşındaki oğlum eski zamanlardan kalmış gülen yüzlü bir fotoğrafıma bakıp “anne burada gülüyor” deyip bana döndü ve “ yine gülsene anne” dedi. Yüzüme tokat gibi çarptı. Oğlum benim gülen yüzüme neredeyse hiç şahitlik etmemişti. Çünkü benimkisi 40 günlük değil 40 aylık bir loğusa hikayesiydi. O al cinler, kara cinler asıldıkları eteklerimi hiç bırakmadıklar neredeyse 40 aydır.

Benim depresyonumun temelleri taa geçmişe, evlilik öncesine dayanıyor belki. Zor bir ailede büyüdüm ve artık bu zorluklara katlanamayacağımı anladığımda sevgilimle evlenme kararı aldım. Daha 24 yaşımdaydım. Ailem bu evliliğe hep karşı çıktı ve beni ortalıkta yapayalnız bıraktı. Evlendim; daha zor, daha müdahaleci bir ailenin içine girdim. Ama böyle hayal etmemiştim ki, kapımı kapatacak kocamla mutlu olacaktım. Bunun böyle olmayacağını evlendiğim gecenin sabahı, gelin olduğum sabah anladım. Kocamın teyzesi takılan altınlarla ilgili ortalığı karıştırmış ve bize ilk gecemizin sabahını rezil etmişti. Kaçıp kurtulmak istedim. Yapamadım. Yalnızdım. Bana kollarını açacak bir ailem bile yoktu.

Evliliğimizin üstünden yaklaşık 2 sene geçmişti. Hem ekonomik sıkıntılar çekiyor hem de her iki tarafın baskılarına, horlamalarına maruz kalıyorduk. Eşimin de girmesi gereken sınavı nedeniyle gecesi gündüzü belli olmadığı için bir başıma yaşıyordum. İşte o zamanlar düştü bebek fikri aklıma. Bana can yoldaşı olacak, gözlerimin içine bakarken içimi eritecek bir bebek. Nasıl bir hata!!!

1-2 ay içinde hamile kaldım. Berbat bir hamilelik geçiriyordum. Sürekli kusuyordum. Defalarca kez hastanede yattım. Yaklaşık 5,5 ay sürdü bu halim. Ama ortalık yatışmıştı biraz. Doğacak oğlum annemi birazcık olsun yumuşatmıştı. Umutluydum. Çok umutlu...     

O dönem kendi ofisim vardı. Doğum iznine ayrılmak gibi bir lüksüm olmadı benim. 37. haftada erken gelen su ile hastaneye gidip bebeğimi dünyaya getirdim. Doğurdum diyemiyorum çünkü uygulanan yanlış yöntemler sonucu normal doğurmayı beceremeyip sezaryen oldum. Suyum geldiği için bana derhal suni sancı verdiler. Ufacık bir açılma bile yoktu halbuki. 12 saat boyunca bağırmaktan helak olmuştum. Karnım açtı, kahrolası NST yüzünden sol yanıma yatmaktan uyuşmuştum. Başımda onlarca insan vardı (annem, kayınvalidem, iş ortağım, eltim, yan odada kayınpeder, kapının önünde doğum yaptığımı duyan müvekkiller) delirmek üzereydim. Herkes her yerimi görmüştü. Saat başı gelip açıklığa bakıyorlardı. Annem sürekli “ıkınma hissi geldi mi?” diye soruyor, “ben de suni sancıyla doğurdum seni, 2 saatte geldin” diyordu. Kendimi iyice eksik hissediyordum. Dayanılacak gibi bir işkence değildi. Akşam 19.00 gibi bittim artık. Doğum hala başlamadı. O saatten sonra başlasa da benim bebeği itecek gücüm bile kalmamıştı. Birden eşimin doktorla sezaryen için konuştuğunu duydum. Ben inatla normal doğuracağım desem de; nasıl oldu nasıl evet dedim anlamadan kendimi buz gibi ameliyathanede buldum. Bebeğimi çıkardılar ve ben filmlerdeki gibi aşkla O’na bakacağımı sanırken, garip bir korku, garip bir hüzün kapladı beni. Odaya çıkışımı, bana bebeği verdikleri anı hatırlamıyorum bile. Kafamda sürekli “doğurmayı bile beceremedim.” Cümlesi uçuyordu. İşkencenin daha büyüğünün beni beklediğini bilmiyordum.

Bebeği getirdiler emzirmem için. Sanıyorum ki oğlum hop kapacak memeyi. Emecek doyacak. Emerken gözlerimin içine bakacak, parmağımı yakalayacak... Filmlerde hep öyle olmuyor mu? Ama bu da öyle olmadı. Göğüsler kocaman, ben tecrübesiz, bebek tecrübesiz, memede hiç mi hiç uç yok. Bildiğin duvar. Okuduğum her şeyin yalan olduğunu o noktada anladım. Kaynaklar ucun bir önemi olmadığını bebeğin kahverengi kısmı yakalamasının önemli olduğunu anlatıyordu. İyi de benim bebeğimde mi bir sorun vardı? O koca meme durmuyordu bebeğin ağzında. Yavru aç emmek ister ama, memeler sanki bir külçe. Olmadı o işi de beceremedik. Tüm gece ağladı oğlum. Ertesi sabah tartıya gelen doktor bebeğin çok kilo kaybettiğini mama verilmesi gerektiğini söyledi. Küütt bir tokat daha. İyi de bu memeler ne işe yarar? Ağlaya zırlaya verdik mamayı. Uyudu tabi kuzu. Ama beni bir korku sardı. Çıkmak istemiyorum hastaneden. Eve gidersem bebek ölür diye korkuyorum. O hemşireler hep yanımda olsun istiyorum. Olmadı tabi. Doğumun 2. günü çıktık hastaneden. Eve gelişimiz de hayallerime aykırıydı. Ben kucağımda bebeğimle içeri girecek; oğluma “bak annecim burası bizim yuvamız” diyecektim. Eşimle birbirimize bakıp bu dünya güzeli bizim yavrumuz diyecek ve tekrar aşık olacaktık. Sadece hayal olarak kaldı tabi. Acıdan yürüyemiyordum bile. Bir kolumda annem diğerinde eşim beni eve sürükleyerek soktular. Bebek mi? Hastaneye bizi ziyarete gelen arkadaşlarımızın kucağında girdi evine.

Ve bozgunlar, yenilgiler bırakmadı yine peşimi. Süt gelmemişti, oğlum sürekli aranıyordu. 1 saate yakın emiyor doymuyordu. Annem sürekli tepemde “aç bu çocuk, senin sütün yok” diye bağırıyor, sonra gidip mama veriyordu bebeğe. Her seferinde “30 cc’den fazla verme “ dememe rağmen o kendince biberonda bir nokta belirlemiş, oraya kadar su koyup kafasına göre de mama ekliyormuş ki bu yaklaşık 130 cc’ye denk geliyor. Sezaryen acısından yataktan bile kalkamadığım için bunu çok sonra anladım. Ama iş işten geçmişti. Hani 25 cc ile bile doyacak bebeğimin midesi annem sayesinde 130 cc ile doyar olmuştu. Bebeğimi beslemeye bile gücüm yetmiyordu.

Göğüs uçlarımın hali ise görenlerin bile midesini bulandırıyordu. Sol meme başı elimle tutunca göğüsten ayrılıyordu. Oğlum emerken o parçanın ağzının içinde gidip geldiğini hissediyorum. Sağ tarafın ise üzerindeki deri tamamen sıyrılmış kızıl et gözüküyordu. Bu acının tarifi yoktu. Bebeğimden nefret ediyordum. Uyanacak diye aklım çıkıyordu. Çünkü uyanması demek işkencenin yeniden başlaması demekti.

Evde sürekli mutsuz asık suratlı bir halde geziyordum. Anneliği hiç sevmemiştim. Bunu kendime bile itiraf etmekten korkuyordum. Çünkü herkes “muhteşem bir his, tarifi yok gibi” kelimelerle açıklıyordu. Bense annelikten nefret etmiştim. Bu durumda hata bende olmalıydı. Madem bu kadar muhteşemdi ve herkes böyle söylüyordu demek ki problem bendeydi, bu işi ben beceremiyordum.

Ev desen Pazar yeri gibi. Annem, kayınvalide, kayınpeder, elti, kayınbirader... hepsi bizdeler. Her kafadan bir ses çıkıyor. Kayınpeder bir garip zaten. Evden gitmiyor. Ben küçücük bir odada bebekle tıkılmış vaziyetteyim. Bebek ıhh dese koşup geliyor, benim memeler meydanda, geriliyorum. Oğlum azıcık uyusa çok uyudu diye gelip uyandırıyor. Kayınpederin katili olmamak için kendimi zor tutuyorum. Annelikten nefret ediyorum. Kaçmak istiyorum. Olmuyor.

Şimdi dönüp baktığımda o dönemlerimin bu kadar kötü geçmesinin baş kaynağını annem olarak görüyorum. Denge kurmayı beceremedi bir türlü. Birbirinden nefret eden 2 aile, bir bebek için bir araya gelmişti. Herkes güç gösterisine girdi. Ama annem, bana en çok destek olması gereken kadın sürekli yanıma gelip “kaynanan yan baktı, kocan bacak bacak üstüne attı, az yediler, çok yediler, yok o yok bu” derken yedi bitirdi beni. Sürekli tehditvari konuşmalar. Bak kocan böyle yaparsa giderimler. Ben zaten hepten kendimi eksik hissetmişim. Sürekli ağlıyorum. Annem giderse bebeğe bakmamaktan korkuyorum. Annem ruh halimden anlamıyor. Mutsuzluğumu başka şeylere yoruyor, sürekli beni yargılıyordu. Git giyin, azıcık makyaj yap diye zorluyordu beni. Oysa ben uyumak istiyordum, uyumak ve bir daha asla uyanmamak.

12. gün annem evine döndü. Ben merdivenin başında hıçkırıklarla ağladım. Sesim haykırmayla karışık böğürme gibiydi. Sesimden korktum, bebeğimden korktum, yalnızlıktan koktum.

Her şey daha kötüye gitmeye başladı o günden sonra. Ben aç, bebek aç, ev almış başını gitmiş. Oğlum 3-4 saat memede duruyor. Sanıyorum ki sütüm yetmiyor. Ağlaya ağlaya mama  veriyorum kuzuya içiyor uyuyor. Kimse bana demiyor kolik diye birşey var. Bazı bebekler çok ağlar diye. Bazı bebekler annesini ister demiyor kimse. Herkes senin sütün yok, aç bu çocuk diyor. Ağlıyorum annelikten de bebeğimden de nefret ediyorum.  

Her şey bu kadar kötü giderken işlerin iyi gitmesi de mümkün değil tabi. Yaptığımız takiplerden tahsilat yapamıyoruz. Kazandığımız para ancak büroyu döndürüyor. SSK primlerimi bile ödeyemiyorum. İş ortağım kızgın, adeta beni suçluyor. Oysa ben dilekçeleri yazıp yolluyorum. Elimden geldiğince yükünü hafifletmeye çalışıyorum. Olmuyor tepkilerini önleyemiyorum “herkes 40’nın çıkmasını beklemiyor işe dönmek için” diyor. İşe dönmek mi? Daha 35 günlük loğusayım. Göğüs uçlarımdaki acıdan çamaşır bile giyemiyorum ben. Göğüs kalkanlarım olmadan yaşamam imkansız. Oğlum? Daha emme düzenimiz bile oturmadı. Kime bırakırım sürekli memede duran bir bebeği? Ve o esnada köpeğimi bile bırakmam dediğim kadına muhtaç kalıyorum. Kayınvalideme...

Sonrası daha da büyük bir kabus. Sabahtan akşama kadar ayağında sallayarak susturuyor kuzumu. Sallanmaktan sersem olan oğlum sürekli uyuyor. Ben 2 sefer süt sağıyorum büroda. O da ne? Sütüm varmış benim. Hem de öyle böyle değil. Ama eksiklik hissi yakamı bırakmıyor. Sanki hep yetmiyormuş gibi düşünüyorum. Anneme söylüyorum telefonda “nerdeyse yarım litre süt çıkıyor anne” diyorum. “Olsun” diyor “sen mama da ver çabuk toplansın çocuk” desteklemiyor beni, övmüyor, alkışlamıyor. Hala eksik hissettiriyor.

Annem, bana destek olması gereken kadın sürekli yargılıyor beni. Kayınvalidem sürekli horluyor, işimi, kilolarımı, korkularımı... kimse anlamıyor beni. Çok yalnız kalıyorum. Aynaya bakmaktan korkuyorum. Dev anası gibiyim çünkü. Aynı şeyleri giyip duruyorum. Üzerime yakışmayan her şeyde kendimden biraz daha nefret ediyorum. Vitrinlere küskünlüğüm o günlerden kalma. Ama kilo vermeye çalışmaktan da korkuyorum. Sütüm azalacak endişesi hiç yakamı bırakmıyor.

Sonrasında yine peşimi bırakmadı olumsuzluklar. Büromu kapattım. Tüm emeğimi bir günde silip atmak zorunda kaldım. Gırtlağa kadar borca batmışım. Kimse destek olmuyor. Eşim evde otur daha iyi diyor. Ağlıyorum. Sonrası daha kara günler. Kabul edilen bir başvuru, sabah 8.30 akşam 6 mesai. Ama 9 dan önce evde olamıyordum. Çoğu gün şehir dışına duruşmaya gidiyordum. Haftanın 2-3 sabahı gözümü başka bir şehirde açıyor, dükkanlar açılana kadar buz tutmuş sokaklarda dişlerimin takırtısı eşliğinde dolaşıyordum. Üşüyordum, uyumak istiyordum, bir uyusam hiç uyumasam diyordum. Ve süt... süt sağacak oda bulmak için kırk takla atıp millete yalvarıyordum. Bazen otobüs terminallerindeki umumi tuvalette bazen arşiv odasında bebeğimin rızkını çıkarıyordum damla damla. Ben bunlara dayanmaya çalışırken  Kayınvalide bu şartlara dayanmadı ve eşim bir gecede ailesine yakın bir yerden ev tuttu. Onayımı almadan. Öylece bırakıp çıktığım her köşesini ayrı sevdiğim evime bir daha hiç gidemedim. Yeni evimiz ise tam bir kabustu. Dubleksti, ısınmıyordu. Garip renklere boyanmış odaları vardı. Zindan gibiydi. Oğlumdan nefret ediyordum. bu şartlara Onun yüzünden gelmiştik. O olmasa... hep kafamda bu soru uçuşuyordu.

Çok sonraları anladım arkamdan dönen oyunu. O evi birlikte oturmak için istemişti kayınvalidem. Üst katta onlar oturacak altta biz yaşayacaktı. Yazgımı çizmişlerdi yokluğumda. Oysa ben çekirdek ailemi istiyordum. Yüzüm hiç gülmüyordu. Ağlıyordum. Annelik sorumluluğundan nefret ediyordum. Oğlum olmasa ...

Sonra varılabilecek en dip noktaya geldik. Boşanacaktık. Sürekli oğlumla tehdit ediyordu eşim beni. Sana vermem diyordu. “Tamam” dedim. “Al çocuk sende kalsın”. Takatim kalmamıştı artık. Göğüs kafesimde bir el her geçen gün daha şiddetle bastırıyordu, beni boğmaya çalışıyordu sanki. Her şeyi hazırladım. Protokol, dilekçe.... son bir şans istedi eşim. Son şans...

O son şans gerçekten şans oldu benim için. Kısa bir süre sonra dibe vurmuşluğun da rahatlığıyla iflas etmekte olan bir şirketin teklifini kabul ettim. o kapı başka bir kapıyı araladı bana. Çektiğim çileler tek tek bitiyordu. Bir çok işe göre şartları oldukça rahattı. Akşam evimde, yatağımda yatabiliyorum. O zindan evden kurtulduk. Kendi evimizi aldık. Koloni hayatımız bitti. 1,5 yıl sonra çekirdek ailemle kaldım sonunda. Harika bir bakıcı bulduk. İlk kez hep beraber kafamızda binlerce soru olmadan tatile çıktık. Anneliği sevmeye başlamıştım. O filmlerde gördüğüm aşk başlıyordu. Her şey o kadar yolundaydı ki... O Pazar akşamına kadar. Beyaz plastik bir kutucuk. Üzerinde iki tane pembe çizgi yan yana. Bu bir kabus olmalı Allah’ım. İstemiyorum diye isyan ettim günlerce. Ama eşim asla izin vermedi aldırmama bebeği. Hala kızıyorum bedenim üzerinde böyle fütursuzca karar vermesine nasıl mani olmadım diye? Oysa hiç de hazır değildim 2. bebek için. Çok defa beni bırakıp gitmesi için yalvardım. Ve itiraf ediyorum ki düşmesi için çok çabaladım. Ama olmadı o benden inatçı çıktı, bırakmadı beni.

Sonrası yine aynı... Zor bir hamilelik hem de bu sefer daha bir zor. Varlığını yeni sindirdiğim yavrum 21 aylık. Hala emiyor. 3 ay daha dişimi sıkmak istiyorum. Sürekli hasta halimden sıkılıyor. Kendi dilince anne uyuma diyor. Oyun istiyor. Ama ben gözümü açsam kusuyorum.

Öyle böyle geçti 9 ay SSVD deneyecektim. 4 doktor değiştirmiştim. Olmadı, yine aynı hikaye su geldi bebek gelmedi. Bu sefer o kadar takmadım. Zaten zoru başarmaya çalışacaktım. Süt mü? Nasıl olsa gelecekti, her şeye kulak tıkadım bu sefer.Gürül gürül geldi  8. gün annemi gönderdim. Özgüvenim kimsenin yıkmasını istemedim.

Ama her çocuk ayrı hikaye olayı geldi çıktı karşımıza. Bu sefer süt kanallarım da açık olduğu için doldu hemen sütler. Ama kızım emmiyordu. Reddediyor resmen. Uyku aralarında emdiği 5 dakika ile 3-4 saat geçiriyor. Kilo almıyor, sağdığım sütü içmiyor, mama almıyordu. Loğusa cinleri hemen devreye girdi tabi. Paranoyalar başladı. Huzurumuz yeniden kaçtı. Zaten istemeyerek dünyaya getirdiğim kızımdan iyice nefret eder oldum. Oğlumsa benden nefret ediyor. O bana kızdıkça ben kızıma kızıyorum. Hayatım İpek’i doyurmaya çalışmak ve süt sağmakla geçiyor. Destek olacak kimsem yok. işe gelmeyi kurtuluş sayıyorum. İpek’le ise evden çıkmak dahi istemiyorum. Arabada etini koparmışçasına ağlıyor. İşte o anlarda onu camdan dışarı fırlatmak istiyorum. Kendimden korkuyorum. Çünkü bir anlık bir şey biliyorum. İdle vicdan arasında gidip geliyor ellerim. Kendimi hırpalıyorum, oğlumu hırpalıyorum, eşimden nefret ediyorum.

Her sabah geçecek diye başlıyorum güne. Dik durmaya çalışıyorum. Ama akşam olunca dayanmaya gücüm kalmıyor. Hele dün akşam “anne yine gülsene” diyen oğlum paramparça etti bugün beni. İki göz yaşım gözümün kenarında duruyor. Bıraksam hıçkırıklarla çıkacaklar durdukları yerden.    

Benimkisi bitmemiş bir hikaye. Nerede ne zaman bitecek bilmiyorum. Sürekli bir türkü dudağımda, onunla avunuyorum.


“...Ne de olsa kışın sonu bahardır
 Bu da gelir geçer ağlama...”

3 yorum:

  1. Okuyunca o kadar duygulanip uzuldum ki. Insallah en kisa zamanda kendinizi iyi hissedersiniz. Annenizin bu surecte size gerekli destegi verememesi sizin icin cok zor olmus olmali. Ama eminim siz iki cocugunuza da cok iyi bir anne olacaksiniz.

    YanıtlaSil
  2. Didem... Yardım almalısın. Önce kendini düşünmen lazım acilen. Bu bitmeyen hikayende bitirmen gereken yerler var, bunu kendin için yapman lazım. Emin ol çocukların senden nefret etmiyor, asla etmeyecekler. Ve sen de çocuklarından nefret etmiyorsun aslında, sadece kontrol edemeyeceğin şeyleri kontrol etmeye zorlanmışsın. Değiştiremeyeceklerini kabullenmekle başla, sütünü kızın sevmiyorsa sağma, uğraşma. İş zor geiyorsa ve ihtiyacın çok yoksa bir süreliğine bırak. Bir doktora git. Seni üzen insanlarla ne pahasına olursa olsun bir süreliğine görüşme. Sahip olduklarına odaklan. Lütfen destek al lütfen. Müthiş azimli bir annesin, bu gücün seni ezmesine izin verme.

    YanıtlaSil
  3. Gozlerim dolu dolu okudum. Cok haksizlik var sana yapilan. Zor durumdasin. Ama bu boyle gitmez, degil mi?

    Her sey sende bitiyor. Yardim almalisin. Ama annenden degil. Simdiye kadar sana yardimci olmayanlardan uzak dur. Bos ver onlari. Su ana kadar yasadigin hayal kirikliklarinin ustesinden gelmeye calis.

    Bak kendini, sikintilarini, bu sikintilarin kaynaklarini cok guzel analiz edebilmissin. Simdi bir danisman, doktor bulup bunlari onunla konusmanin vakti. Tek basina birakma kendini.

    Cocugunun seni sevmedigini dusunme, o seni mutlu gormek istiyor o kadar. Goreceksin kucuk bebeginle de her sey yoluna girecek. Sadece zor bir surectesin, gececek. Her sey cok guzel olacak, buna inan, pozitif dusunmeye calis.

    Haddim olmayarak cok nasihat veriyorum ama bir sey daha soylemek istiyorum. Olasi 3. bir hamilelik icin muhakkak onlem al. En son ihtiyacin olan sey bu.

    Son olarak, eger konusacak birilerine ihtiyac duyarsan Nurturia'ya gel. Disarida bulunamayan destek ve dostluklar edinmen mumkun orada (belki coktan oradasindir, kim bilir). Ben ve Elifnur da oradayiz. Hic olmadi konusuruz bol bol. Bu benim profilim: http://www.nurturia.com.tr/people/MeryemD

    Her seyin bir an once yoluna girmesi dilegiyle. Kendine cok iyi bak.

    YanıtlaSil